Vakit ne hızlı ne de yavaş, kendi halinde ilerliyor. Küller ve dumanlar. Etrafım bunlarla çevrili. Ateş olmayan yerlerden duman çıkıyor bu defa. Küllerin yeniden vücud bulmasını bekliyorum ama bu küllerin içinden anka kuşu çıkmayacak bunu da biliyorum. Yazılı kutsal metinlerden parçalar geliyor aklıma, birbine uyan ve birbirini çürüten. Karmaşıklığın, küllerin içinde sessizce oturmaya çalışıyorum. Belki de bir elin beni tutup çekmesini. Ama bu küllerden ne bir el ne de bir anka kuşu canlanacak. Sessizce oturabilmek erdemdir yeri geldiğinde. Ama ben arsızlık yapıyorum. Gereksiz bir çok kıpırdanmanın havayı titretmesi beni rahatsız etmiyor ama rahatsız olacak kişiler biliyorum. Tırnaklarımın etraflarındaki derileri kemiriyorum. Sanki bu yolla kendimi eritebileceğimi düşünüyorum.Yavaş ama sonuca götürebilecek bir çare gibi gözüküyor bana bu. Aklımda sürekli tekrarlanan emirler, yasaklar, yapılması zorunlu olan davranışlar, söylenmesi gereken sözler ve daha bir çok şey. Bunlardan hiçbirinin bana ortasında oturduğum kül yığınında bir faydası yok. Bunun bilincinde olup umutla bekliyorum. Cebimden sayısı elli ikiden fazla olan kart destemi çıkarıyorum. Saydım yetmiş üç tane. Ama hiç bir kartın çifti yok. Bu kartlar benim bildiğim oyun kartlarından değiller anlaşılan. Peki cebimde ne arıyorlar? Kartları incelerken elimden kayıp küllerin içine düşüyorlar. Birden alev alıyorlar. Neden olduğunu bilmeden onları kurtarmak için atılıyor öne doğru ellerim. Bu arada farkediyorum ki duman yok. Yanan kartlar küle dönüyorlar sadece, ardında duman bırakmadan. Kurtarabildiğim kartlarla beraber elimdekilerin sayısı kırk yedi ye düşmüş. Hangi kartların yandığını anlayamıyorum. Acaba önemli miydi onlar? Dumansız yanacak kartların bana eğlence olabileceğini düşünüyorum ve elimdekileri sağa sola küllerin içine fırlatıyorum. Ulaşamayacağım yerlere yolluyorum onları. Hiç birşey hissetmeden sadece küle dönmelerini izliyorum. Oynamadan oyunun kartlarını yok ediyorum. Ceplerimi kontrol ediyorum. Ne de çok cebim olduğuna şaşırıyorum. Küllerin ortasında değilim artık. Bir köşeye doğru kaymış olduğumu farkediyorum. Bunu anladığımda ise birden küllerin ortasına dönüyorum, göz açıp kapama süresinde, gözlerimi açıp kapadığımda. Farkına varıyorum ki gözlerim kapalı. Gözlerimi açmaya cesaret etmiyorum. Edemiyorum değil etmiyorum. İfadelerin gücünden yoksun kelime dağarcığımı zorluyorum. Kıyıda köşede kalmış kelimeleri bulup çıkartıyorum. Bunu ceplerim boş olduğu için yapıyorum. Aydınlığa çıkan kelimelerin eskiden sokak aralarında oynadığım oyunların isimleri olduğunu anlıyorum. Köşe kapmaca, yakan top, havalistop, sek sek.... Bunlarla zengişlemiyor ifadelerim. Küllerin içinde ifadesiz, oyuncaksız kaldığımı anladığımda ise vaktin pek ilerlemediğini anlıyorum.
Vakit ne yavaş ne hızlı ne de kendi halinde ilerliyor, olduğu yerde sayıyor.....