Pazartesi, Aralık 25, 2006

Yeni Yıl Kutlamaları

Demincene diyemeyeceğim bir zaman öncesinde yaptığımız konuşma sırasında yineledim düşüncelerimi. Ben şahsen gereksiz buluyorum bu olayı. Nedeni yok değil, var ama nasıl anlatmalı. Madde madde ele almak isterdim lakin bunu kaldırabilecek uyanıklığı (uykum var yani ama uyuyamıyorum orası da ayrı) taşımıyorum beynimde. Sevdiceklerle beraber olmak onları hatırlamak, gülmek eğlenmek için herhangi bir günü seçmek varken neden yeni yıl akşamı? Nedeni şu olabilir, hani yeni bir yıla giriyorsun ya onu kutluyor olabilirsin? e her an yeni bir şeyi yaşıyoruz. Yeni ay, yeni hafta, yeni gün ya da yeni saat kutlamaları, toplanmaları yapmıyorsak neden yeni yıl yapalım? Açıkçası ben gayet mantık zeminli hareket ediyorum ve kutlanacak bir şey varsa bunun herhangi bir zamanda yapılabileceğini savunuyorum. E ne edeyim....

Perşembe, Aralık 21, 2006

Oy Oy Oy

uzun zamandır yazmıyorum bloga. anlatacak şeylerimin olmadığından değil, vakit bulamadığımdan. vaktim olduğunda ise bloguma yazı yazmayı canım istemiyor. bu ne yaman çelişkidir anne? çelişki var mı yok mu orası da muamma emme. neyse işte öyle canlarım ciğerlerim. pek kafamı toplayamıyorum bu aralar. aklım başka yerlerde. nerelerde olduğunu da söyleyemem. çekinirim. utanırım. kimseler de anlamaz şimdi ben böyle yazdım ya. herkesin aklına neler gelir kimbilir? kim bilecek? ben bilmem? sen bilirsin...

haha aklıma ne geldi. yazayım dur. ilk okul çağ ların da iken şiir yazma merakı her öğrenci de mevcuttur. ben yetenekliyim tabii :) ama bu yeteneğimi tüketmek istemediğimden şiir yazmıyorum :) yağdı yağmur çaktı şimşek, sen de mi şair oldun eşşolueşşek derler adama.
sevdiğin birisi var sa
seviyorum ama kimi
en tatlı birisini
nasıl anlatmalı sana
ilk harflerine baksana
derdik küçükkene... hala bunu kullanan sevimli şeyler ortalıkta dolanmıyor değil hani...

ben bi tek bunu biliyorum... değişik şeyler de mevcuttur lakin söylemezseniz, paylaşmazsanız nerden bilebilirim ki? di mi ama....

Perşembe, Aralık 14, 2006

Çarşamba, Aralık 13, 2006

sude sude suti ;)

bütün ciddi yazılarımda hayatın insana neler getirdiği-götürdüğü üzerine ahkamlar kestim durdum. her ne kadar iyi bir gözlemci olsam da, kişilik yapım itibari ile nelerle karşılaşabileceğimi ve bunlara karşı nasıl tavırlar almam gerektiğini planlasam da işler her zaman beklendiği gibi gelişmiyor. Duygular her zaman aklın önünde olmak mecburiyetinde sanırım. Evrim geçirdiysek ve hala da geçiriyorsak eğer, bu üzerinden gelemediğimiz, kendimizi yamayamadığımız bir durum. Fiziksel koşullara uyum sağlamak için gelişme kaydetmek yerine, ilk başta duygusal anlamda bir evrim geçirmeye ihtiyacı var insanoğlunun. En büyük zayıflık olarak gördüğüm duygusal olma ve duygularla hareket etme halinden kaçınmak, uzak durmaya çalışmak , belki de insanın kendisini kandırdığı en büyük handikaplardan bir tanesi. hatta en büyüğü. "lerinden bir tanesi" değil. yaşadıkça öğrenme bir anlamda tecrübe de bu durumda etkisiz kalıyor. umut denen o zırvalık insanın gardını her zaman düşürmekten büyük zevk alıyor bence. orada bir yerlerde umut denen bir şey var ve asıl savaşı ona karşı vermeliyiz.
önce kendimize inanalım. kendimize yeteceğimizi bilelim. ve joy of life a katkı sağlayabilecek etmenler üzerinde çalışalım.

bu arada alttaki yazının başlığını yanlış yazmışım bir Allah ın kulu da "ulan yanlış yazmışsın malak, düzeltsene şunu" demedi...

Çarşamba, Kasım 29, 2006

Otrada Kuyu Var Yandan Geç


İnanılmaz ama Gerçek (sanırım)

yok be başlığa kanıp aldanmayınız. altı üstü haftalardır yazmadığım aklıma geldi blog sayfasına. neden yazmadım bilmiyorum. anlatacak olay! olmadı da ondan sanırım. festival hezimetinden sonra insan içine çıkacak yüzüm olmadığından, hayatımı yurt odasında, bahalarda geçirmeye başladım. aa dur len. hayatımın en ebleh haftasını geride bıraktım. anlatmadan olur mu. bilenler bilir ( ki kaç tane okuyan biliyor orası muamma, ki en muamması kaç kişi okuyor la burayı toplasan 3 ü geçmez- biri de ben,m- yazdıklarımı okuyup "hehe ne komik herif len bu bayaa da iyi yazmış hani" deyip duruyorum iyi mi? iyi değil şizofren) LOST. hatta LOOOOOOOSSSTTT derim ben. sağda solda reklamlarını görmüşsünüzdür lost lost deyü. manyak bir dizi bu kardeşim. 2 sene önce çıkmış. millet hastası tabii. ben anlam veremiyordum bir insan bir diziye nasıl böyle bağımlı olabilir diye. neyse bir kaza eseri elimize geçen bölümleri ki 2 sezon ve 3. sezonun 6 bölümünü içermekte izledik. ama ne izleyiş. ben anlatayım. ilk sezonun ilk 12 bölümlük dvd si elime geçti öncelikle. aldım bir oturuşta hepsi bitti. ne oldu ne bitti anlayamadım. 12x40 dakika boyunca esir aldı beni. sonra yana yakıla geri kalanları ele geçirmek için çabaladım durdum. her oturuşta 2-3-4 bölüm diyerekten izledik ( bak farkettiğin üzere biz zamirine geçtim. izledik yani. evdekileri de lost manyaa yaptım sayılır- tabii bahadır hariç düzenli izleyen çıkmadı - erhan geriden takip ediyor- geri kalanları arada sırada bakıp "ee bu ne şimdi?" diye bize soruyor vs) sonra bir oturduk 4 kişi, 11 bölüm izledik ardı sıra, peşi peşine. manyaklık bununla kalmadı çünkü elimizde 2. sezon finali ve 3. sezonun gösterilen bölümleri yoktu. ben bi koşu onları da aldım. bir oturuşta onları da izledik. bitti. bitti ama izlemeler bitti. sonrası daha feci. losttan başka birşey konuşmaz olduk. gördüğümüz adamları "aha lan locke a benziyor" "olm bugün dolmuşta bir kız gördüm aynı kate üff" gibisinden benzetmelerle rüya aleminde geziyoruz. o yetmedi gerçekten rüyamda da gördüm iyi mi. ayrıntıya girmiyorum çünkü atalarımız suya anlat demiş :)

Perşembe, Kasım 16, 2006

Cumartesi, Kasım 11, 2006

bu ne ya


kuzum, kızılaya inmek bizler için bir nimet( ekmek gibin su gibin, yere düşünce 3 kere öp alnına koy öle ye) akşam üstleri zabıtalar evlerinde oturduğu için, sokaklar seyyare satıcılardan geçilmez .ne ararsan var. mevsimine göre kıyafetler, eski kasetler - kitaplar, ekmek arası bağırsak (biz türkler ona kokkereç diyoz- şarkısı da var kookkk kooo reç kokkoo kokkkooo) midye dolmalar vs vs vs. son zamanların modası da perfume testırları. 3 denesi 5 ytl den satışa çıktılar. böle küççük şişelerde, para verip alanlara oha dediğimiz parfümlerin numuneleri var işte. neyse akşam üstü halime kızımız ( ki kendisi ile akşam üstü kızılayda yürüyerek 5 dakikada aldığımız normal yolu yarım saatte tamamlayamayız, nerde seyyare var tezgahın dibinde halime) testırcının dibinde durdu. "ay bakalım güzellerse alırız" deyü. biz de 3 kişiyiz. 3 denesi de 5 ytl ya. neyse bu iki tane erkek bir dane de kız testırı aldı (güya!!!) sokak aydınlatmaları yeterli olmadığından (büyükşehir uyuma , yol yapacağına geceyi gündüze çeviren aydınlatma yap) ve ben de grip başlangıcında olduğumdan ( ki burnum tıkalı, dışarı çıkarken de gözlüğümü yanıma almıyorum nalet olsun) bana hediye edilenin ne olduğuna dikkat etmedim. eve geldik yarım saat önce. dedim kokuma bakayım döküneyim. misler gibi kokayım. ama o da nesi??? mademoiselle : ki kendisi benim bildiğim evde kalmış, evlenememiş fransız bağyanı demek. diğer bir deyişle ise chanel no. 5 tan sonra gelen ikinci anne parfümü imiş.(sözlüğün yalancısıyım) saol halime. çok güzel bir seçim :) o değil de ben bunu dökündüm biraz kızılayda. meğersem o iflaz olmaz yakıcı erkek bakışlarının sebebi buymuş. bende ne diye bana bakıyorlar diyodum.....

Cuma, Kasım 10, 2006

festival on wheels - son gün. ben kapadım festivali :P

bitti efendim. oldu da bitti maşallah. dolu dolu bir festival yaşadım bu sene. bugün de iki film izledim. birisi "ben buradayım" isminde, annesinin kabul etmediği bir çocuğun sokaklarda tek başına verdiği yaşam mücadelesine konuk etti bzileri. diğeri de "emret patronum". trier in son filmi. komedi -dogma filmiydi. ben beğendim güzel. uzun uzun yazmak isterdim ama heç halim yok. öle işte

Perşembe, Kasım 09, 2006

festival on wh..... amaann ne festivali sen olaya gel

kuzum bugünde seyrettim film milm ama ne anladım. anladım bişiler de kalmadı uçtu gitti. bir kaç kişinin bildiği üzere festivalin olduğu sinemada büfede çalışan bir hanım kızımız vardı. salı gün ilgimi çeken... sonra bugün dedim ben konuşmalıyım bunlan (bak bak medeniyetler üstü cesarete bak) fakat o da nesi kız bugün çalışmıyor( iyi ki de çalışmıyormuş) sonra akşam üzeri gireceğim film içün çalıştığı büfenin orada oturdum. bi de baktım benimkisi( ne seninkisi o -ki eki nerden çıktı a salak!) orada oturuyor. çalışmıyor ama orada çalışan kızın(ki beni bitiren kızdır) yanında oturmuş muhabbet ediyor. dershaneden çıkmış, sınavdan(hı hı telekulak, oturdum dinledim bunları yandan yandan) sonra bir iki gözlerin denkleşmesi felan. ben de nerde o cesaret gidip bi selam asl diyecek.... neyse bu kalktı gitti. bende tek başıma oturuyorum. o sırada bahadır geldi. dedim abi kız az önce burdaydı ama gitti. sonra dedim ben şuna mı (şu dediğim beni bitiren kız) sorsam nedir olay diye? gazı alan ben (ule baho yaktın benü) gittim büfede çalışan kızla konuştum. tam metin aşağıdaki gibi olmasa da, gerçeğe yakındır:
-merhaba(yeşiller ben)
-merhaba
-birşey soracaktım???
-buyrun...
-yarım saat önce yanınızda oturan kız arkadaşınız yarın çalışacak mı burada?
-evet(manalı bakışlar)
-ne zaman acep?(giderek kızaran bir yetersiz veri)
- neden?(ölümcül ve de beklenen soru, cevabına çalışmıştım ben bunun yaaaa)
-hımm sence neden?(neden der demez hafif bir göz kırptım ne manyaklığıma geldiyse denk. salak playboy musun da göz kırpıyon hafiften)
- hoşlandın da ondan soruyon...(kızımız çok zeki çıktı...)
-evet öyle oldu(böle de dememiş olabülüüürüüm)
-ama onun erkek arkadaşı var(nah burada yüzümü görecektiniz........)
-ne zamandır var(soruya bak ya. bi de akıllı geçinirsin veri.... senden daha iyisini beklerdim. ne yani 2 hafta dese "ha iyi bunlar ilerletmeden ben araya gireyim" mi dicektin)
-uzun zamandır var(işte ölümcül darbe)
-peki kolay gelsin iyi akşamlar(efendiyim ama haaa! imajı çizer kaçarım)
-saolun(bu da efendi, hoş ta biraz. buna mı yazılsaydım şöyle;neyse sağlık olsun[bunu dedim bi yerde ama nerde] senden naber* sende var mı bişiler" diye mi sorsaydım)

aman neyse. ömrümün ilk denemesinde baltayı daşa vurduk. balta sağlam. sıradaki gelsin hele :)) hehe (açıldım ya ben. yerimde duramam artıkın)

Salı, Kasım 07, 2006

festival dışı - iklimler


kısa film kuşakları arası zamanı değerlendirmek için bir filme gireyim dedim. lakin zamanları uymuyordu. daha sonra bi baktık (baho da geldiydi sonradan) ikinci kısa film seansları için bilet kalmamış. bizde ne edek ne yapak dedik. çünkü ben bir 3 saat sonra filme girecektim ve geri dönüşüm zor olacaktı. iklimlere girek la dedik. iklimlere girdik. iklimlerden çıktık. n.bile ceylan filmi işte. bir adam, bir kadın, bir ilişki. ve olaylar gelişir.... her filmde olduğu gibi.... güzel filmdi. beyendim yani. tavsiye olunur.

festival on wheels - yetersiz veri nin 2. günü



bugün ise sizlere shut up and shoot me isimli güzide eserden bahsedeceğizdir. kendisi çek cumh. de çekilen ingilizce bir film. konusu ise ; tatil için geldikleri prag da , başlarına kötü bir kaza gelen çiftten geriye kalan beyimiz, otel tarafından kendisi için görevlendirilen şöferden katili olmasını istiyor. öldür beni al paranı dediği şöfer ise bunu ilk seferde beceremiyor. beyimiz ise otelden çıkartıldığı ve gidecek yeri- tanıdığı kimse olmadığı için şöferin başına musallat oluyor. çünkü parasını verdiği işi bitirmesini istiyor. ve olaylar gelişiyor. neler olmuyor ki. türü komedi olan bu filmde yer yer ah ah vah vah da diyebiliyorsunuz. o sizin insanlığınıza kalmış :P


filmimizin künyesi:




kapa çeneni ve vur beni - steen agroingiltere


çek cumhuriyeti 2005, 35mm, 86', renkli


oyuncular: Karel Roden, Andy Nyman, Anna Geislerov


ödüller: En İyi Film, İzleyici Ödülü, En İyi Erkek Oyuncu Cherbourg-Octeville İrlanda ve İngiliz Filmleri Festivali


İngilizce olarak Prag'da çekilen bir kara-komedi. Tatil için geldikleri Prag'da, karısı üzerine düşen bir heykelin altında ezilip ölen bir İngiliz turist, hayatta kalması için hiçbir neden olmadığını düşünerek kendisini öldürmesi için şoförlüğünü yapan adama para önerir. Adam parasızlık nedeniyle bu teklifi kabul eder. Ancak bu garip ikili zamanla ölmenin de öldürmenin de ne kadar zor olduğunu anlayacaklardır.

Pazartesi, Kasım 06, 2006

festival on wheels- birinci günü yetersiz için




arkadaşlar bilenler biliyor, bilmeyenlere söyleyelim. Ankara da gezici film festivali var bu hafta... Bendeniz de eksik kalmıyorum her zaman ki gibi. Bugün ilk filmimi seyrettim. Orjinal adı En Soap, ing versiyonu ise A Soap. kısaca bahsetmek gerekirse ; sevgilisinden ayrılan hanım kızımız yeni bir eve taşınıyor. Kenar mahallelerden biri olduğunu sandığım bu yeni evinde taşıması gereken bir yatak var ve bu yüzden alt komşusundan yardım istiyor. alt komşumuz ise travestinin biri. ameliyat olmak için izin kağıdını bekleyen, dikiş dikebilen ve evine arada sırada gelen erkeklerin fermuarlarını tamir eden :) bir insan. dakikalar ilerledikçe, hanım kızımız ile ne olduğundan emin olmayan alt komşusunun ilişkileri gelişiyor, derinleşiyor.... izleme şansını bulabilen şanlı kişiler olur diye anlatmıyorum pek fazla. ama ben beğendim. 1 de 1 yaptık bakalım bu festivalde şimdiden. güz film şenliğinde 3 de 1 yapmış( evet evet üçün biri) olduğumdan çok merak ediyorum diğer filmleri. umarım hepisi güzel çıkarlar. neyse aşağıda filmin künyesi var bir de yönetmenin ağzından filminin içeriği....



----------------------------



sabun köpüğü - en soap - pernille fischer christensendanimarka,



isveç 2006, 35mm, 104', renkli,



oyuncular: Trine Dyrholm, David Dencik, Elsebeth Steentoft



ödüller :En İyi İlk Film, Gümüş Ayı - Jüri Büyük Ödülü Berlin • En İyi Erkek Oyuncu Transilvanya • Night Dreamer Ödülü Nat Film Festivali • En İyi İlk Film Trondheim • En İyi Oyuncu, Sanat Filmi Büyük Ödülü Slovakya Sanat Filmleri Festivali



-------------------------------



Seksi bir kadın düşünün. Nasıl görünüyor? Şimdi seksi bir adam düşünün. Nasıl görünüyor? Şimdi ikisinin ruhlarını değiş tokuş edelim. Ve âşık olsunlar. Birbirlerine. Ya kadın ve adam artık tek cinsiyetli varlıklar olarak tanımlanmak istemiyorlarsa? Böyle bir durumda, aşk ve erotizm oyunu nasıl görünür? Belki de bir pembe dizide olduğu gibi görünecektir. 'İlk uzun metrajlı filmim. Cinsellik ve aşka odaklanmaya çalışıyorum. İnsanın kalbine girmeye, duyularımızla düşünmemizi sağlamaya çalışıyorum. Size dürüst bir film sunmak istiyorum'. Pernille Fischer Christensen

Cuma, Kasım 03, 2006

bazı zamanlar

hani olurya arkaya yaslanırsın, gözlerini kaparsın ve çalan şarkıların içinde kaybolursun. aha da ben şimdi onu yaşıyorum. ara verdim iki sn yazayım bunu diye. keane- is it any wonder? nancy sinatra- let me kiss you, morrissey- you have killed me ve let me kiss you bir de please let me get what i want. acaip havamdayım. dikkat uçabilir...

Perşembe, Kasım 02, 2006

yollar kavşak, toplum yavşak

bu söz bana ait değil. dolmuş sırasında beklerken tanıştığımız bir abinin( ya da amca) nın sözü. dolmuş sırasında beklerken suatımla konuşuyoruz ve bu abi arkamızda bekliyor. arada laf atıyor kendi kendine konuşuyor idi. döndük muhabbete ortak olduk. midye satıcısının reklamları üzerine açılan sohbet, abinin ""girin de ekşisözlüğe bakın , orda yeterli bilgiyi bulabilirsiniz"" demesiyle ilginç bir hal aldı. ben hala gülmekteyim bu arada bu duruma :))) sonra dolmuş içinde de sohbete devam ettik. müsteşarlık kadrosunda görevli bu abimiz, senden benden biri :)) herşeyle ilgisi var neredeyse... edebiyat, sanat, politika, tarih... ne ararsan var.... yol sırasında bizlerle başlıktaki mısrasını paylaştı. anlattı da anlattı. ben böyle dolmuş muhabbeti görmedim arkadaş. buradan o abiye sesleniyorum. her dolmuş yolculuğumda yanıma otur sen :)))

A Place In Time


efendim bu bir şarkıdır. ne yazık ki 00:59 sn dir. the 4400 (foootifoo handrıd) dizisinin jenerik müziğidir. dizi bile sırf bu şarkı için dinlenebilir(doğrusu izlenebilirmiş. editörümüze teşekkür ederiz ). iddialıyım... niye mi bu yazıyı yazıyorum? şöyle ki netten yarım saat önce indirdim şarkıyı ve durmadan dinliyorum. artık bir iki gün bu şarkıyı mırıldanır gezerim....

Çarşamba, Kasım 01, 2006

CNBC-e Kasım'06

belirtmeden edemeyeceğimdir. dergimiz bu ay family guy çıkartmaları veriyor. çok güzel değiller ama hiç yoktan iyiler. bunlar o çıkartmalar değil emme resim de eklemek istedim

İstanbul

Uzun zamandır niyetlenmeme rağmen geçen haftasonuna kısmet olan İstanbul ziyaretimden bahsetmek isterim. Ha gittim, de gittim derken haftasonu kendimi İstanbul'da buldum. İlk günümü hep merak ettiğim Eminönü yarımadasında geçirdim. Tabii bütün mesafeleri yürüyerek katetmiş olmam beni yordu ama yorulduğuma da değdi hani. Gülhane parkını, ayasofyayı,sultanehmet camiini gezdim, gördüm ve de yerinde inceledim. gerçekten de güzel yapıtlar. yalnız oralarda dolanırken Türk'ten çok ecnebiye denk gelmem de beni şaşırtmaktan ziyade üzdü. Yani eminim ki o bölgeyi Türk insanından daha fazla ecnebi ziyaret etmiştir.



Taksim de çok dolandım, bir aşağı bir yukarı. hadi şurayı da gör burayı da gör diye diye altını üstüne getirttiler sağolsunlar. neyse efendim. pazar gün ise şişli- mecidiyeköy hattında arkadaşla kiralık ev aradık. bu sayede de oraları tanımış olduk. cevahir mi ne büsbüyük, bümbüyük,büpbüyük bir alışveriş merkezi var. ona da girmiş bulunduk. gezdik tozduk. sonra hadi birşeyler yiyelim dedik. gittik zar zor boş masa bulduk. oturduk. en ucuzundan kfc dan birşeyler aldık yiyoruz. arka masamızda oturan 3 hanım ve bir bebeğin geçmesine izin verdim sandalyemi kenara çekerekten. kadın döndü ve teşekkür etti. bende ne önemi var yahu dedim. sonra kadın döndü " bir şey söylemeden edemicem" dedi. ben ve arkadaşım meraklı bakışlarla kadını süzerken o bize yediğimiz şeyin kaka cıs olduğunu, kendisine gelen bir mailde etin üretim aşamasını gördüğünü ve artık yemediğini belirtti. sonra çekti gitti. ben içimden geçeni arkadaşımla paylaştım. onunda aklından aynı şey geçmiş o da şudur ki : kadının bize "ya bilmem neye çok benziyorsunuz" ya da "ay çok sevimli yakışıklısınız " demesi idi. kursağımızda kaldı. hem kendisi de mcdonalds tan yemişti. onun yediği çok sağlıklı ya. peh

neyse efendim. dün de nişantaşına gittim. gitmez olaydım. o ne öyle. felaket. ivrenç yaneeeeee.... ortamlara akan gençler, ne oldum manyaa insanlar falan yani... anla artık...
aman öle işte. azbiraz bahsettim daha ne inciler yakaladım.onlar da gelecek bölümlerde

Perşembe, Ekim 19, 2006

ne hale geldi memleketim abazaları.....

uykum yok oturdum siberalem de kadın arayan erkek profillerine bakayım dedim. hani ilerde lazım olur, ne prim yapıyor bilelim dedim. demez olaydım neler gördüm neler. uzun zamandır bakmıyordum incilere. bi kısmını da sizlerle paylaşayım dedim. açık renkler benden.....

kendilerini nasıl anlatıyorlar
""Ömür denilen ve ne devre arası, ne de bitiş zamanı belli olmayan bu devinim içinde çırpınıp durmaktan bıktım artık"" geçenlerde devinim diye bir kelime duydum anlayan beri gelsin. bir de çok maç seyrediyorum, mutfağa gidene kadar ne çalımlar ne paslar veriyorum haberin yok....

""1.80 boyunda kırsaçlı beyaz tenli okumayı ve gezmeyi seven bir kişiyim şımarıklığı sevmem yapılması gereken şeyleri zamanında yapmayı severim"" anladın sen onu... anlamadı isen yatakta naza bayılırım... seveceksen öyle sev beni....

""KANMADIM AYNALARA SANA KANDIĞIM KADAR...IÇIMDE BIR BOŞLUK SANA YANDIGIM KADAR.... Ben buyum işte :))"" geçen arkadaş bir şiir kitabı verdi. sordum tanıyan bilen yok. dedim bende burdaki mısralardan karı kandırırım...

""Büyük bir firmanın genel müdürlüğünden emekliyim. Spora çok düşkünüm.. Her hafta 2-3 kere tenis oynarım... Ciddi düşünen bayanlar gelin bi deneyelim"" şimdi ben deneyelim dedim de siz tenis oynamak olarak algıladınız sanırım yok öyle değil. spora çok düşkünüm özellikle de güreşe. deneyeceğimiz şey tenis değil güreş. yağlı yağsız farketmez....

""Tedavisi mümkün olmayan uyuşturucu gibiyim. Aşkın o muhteşem dehlizlerinde emin adımlarla ilerlemek en büyük arzum. Balık burcuyum.Bir erkeğin olması gerektiği kadar dürüstüm. Kalabalıklar içinde yalnızım. Oldukça yakışıklı ve çekiciyim"" dehliz karanlık olur diye biliyorum. kültürlüyüm yani. bana tutun sıkıca emin adımlarla ilerleyelim. nerden tuttuğun önemli haaaa... bi de dehliz karanlık ya, suratımı vs iyi inceleme.ben aynada çok baktım kendime yakışıklıyım çekiciyim bir o kadar da feciyim

""´´Bu siteye arkadaşlarımın korkunç baskısı ve teşvikleri ile katılıyorum´´ Deeerrmişim. Şaka bi yana ,,,Herşeyden önce evli olduğumu söylemek istiyorum. İyi bir ailem, işim ve kariyerim var.Sıhhatim yerinde , yeni arkadaşlar dostlar edinmek , tanımak, birşeyler paylaşmak için buradayım. Unutmayın her insan bir ,hayattır, renktir, romandır ve vereceği bir ders mutlaka vardır"" avrupa yakasını hiç kaçırmam.evliyim. öle aşkıımmm boşanıp benlen evlenecen mi diye sorma. işimiz malum.... dersimi aldım bekliyorum yenilerini




ne arıyorlar

""Fiziki güzellik çok önemli değil.Harbi dürüst olsun.Tabii ki ateşli deli dolu olabilir"" dürüst ol ciğerimi ye. ne hastalığın varsa söyle ona göre önlem alayım.... ateşli olursan, deli dolu olursan da dadından yenmez haniiii

""Hasta bir eşim var. ( Boşayamadım, kıyamadım.) Öncelikle bu konuda beni anlamalı. Duygusal, merhametli, zeki, alımlı, bakımlı, hoş sohbet, romantik, açık görüşlü, sırdaş, düşünceli, vs. vs. ( bunları o kadar çok uzatmak mümkün ki...) Neticede iyi bir insan ve bir yudum sevginin kıymetini bilen, kelimenin tam anlamı ile bir hanımefendi...."" ben buna hiçbişey demiyorum. akıl fikir......

""uzun boylu dürüst kendinden emin entel kendine güvenen acık sözlü hayata pozitif bakan sevgiye önem veren"" diğer profillerde bunlardan arıyorlardı. bende bundan istiyom... kaldıysa tabiii

""Evlilik beklenmeyecek. Gerçekten bir arkadaş, bir dost arıyorsanız, paylaşmayı seviyor ve gizliliğe önem veriyorsanız "" sex partnerim kaçtı... yenisine ihtiyaç var... müracaat için....

""Hoş sohbet samimi espri anlayışı gelişmiş kin gütmeyen hayvanları seven ve besleyen ÇOCUĞU OLAN ARKADAŞLAR İÇİN NOT: Ciddi bir ilişki söz konusu olduğunda çocukları problem yaratmayacak kişiler LÜTFEN!!!!!!!!!!!!!!"" ben buna da diyecek şey bulamadım. çok açık bir mesajı var. anlayana

Cumartesi, Ekim 14, 2006

Perşembe, Ekim 12, 2006

derde gel

yakın zaman demiştim ya. arayı soğutmayalım dedim.2 gündür film izleme manyaklığıma kavuştum şükür. ardı ardına 3-4 film izlediğim geçen yıllarda, başka bir şeye vakit ayırmıyordum. dün itibari ile ice age 2, hoodwinked, luck number s7evin, shop girl, garden state, school of rock, rv izledim. sonra baktım olacak gibi değil kestim yarıda. bağlandım mı tam gaz gidiyorsun. dedim elde izleyecek film kalmayacak (yok be bi ton film var seksen küsür dvd içinde divx) neyse dedim sonra izleriz. sonra baktım bi boşlukta kaldım. ben ne yapıyordum film izlemeden önce diye düşündüm. aklıma geldi uzun zamandır kitap okumuyorum. kitap okumaya mı sardırsam? eh işte öyle , dertler bir değil bin....

hımm

farkettim demincene sahurda, ben uzun zamandır buraya abuk subuk şeyler yazmıyorum. ciddi şeyler yazmıyorum zaten de.... neyse öldü kaldı göçtü kalktı avşar elleri durumu yok. hala sağım. hala solum. hayattayım yani. pek fırsat bulamıyorum uyumaktan yazmaya :) yakın zamanda saçmalamaya devam...

Cuma, Ekim 06, 2006

Milad ve Beş Vakit


efendim merakla beklediğimiz türk filmlerinden olan beş vakit i izledim bu akşam üzeri. beklediğim gibi çok güzel bir filmdi. oyuncular, yönetmen performansı, ses, görüntüler, müzik tek kelimeyle süperdi. tabii merkezdeki senaryoya diyecek lafım yok. bana biraz elephant tan görüntüleri çağrıştırsa da beğeniyle ve de ilgiyle izledim sonuna kadar. milad kısmı ise şu idi. filmden önce gösterilen fragmanların hepsi türk filmleriydi dünyayı kurtaran adamın oğlu, iklimler, 1914 eve giden yol ve araf. hoş bir karşılama oldu benim için. yavaş yavaş türk sinema endüstrisi de canlanıyor laflarının resmiydi bir anlamda.

Salı, Ekim 03, 2006

Az Önce Aydım

demin kütüphaneden çıkmış(yok ne ders çalıştım ne de kitap aldım.borcum vardı onu yatırdım yoksa kayıt olamıyorum.....neden uzun uzun anlatıyom ki sana ne ya) yurda doğru geliyordum. akson-dendrit arası geçişler sırasında yaşadığım aşırı yükleme anlarında :P aklıma yeni bir fikir gelmiyor, sadece yeni birşeyin farkına varıyorum. bugünde aynen öyle oldu. farkettim ki kafası çalışan (zeki ya da akıllı demiyorum) insanların çevresinde fazla kalabalık olmuyor. vasat bireylerin çevresi çok kalabalıktır. aptallar ise hiç yalnız kalmazlar. çünkü aptal olanlar her zaman vasat olan danalar tarafından alıkonur. sebebi ise çok açık. çünkü vasatlar kendilerini kıyaslayacak, ezecek,üstünlük sağlayacak yoldaşlar ararlar...
gibi bişiler geldi aklıma. geliştirip sosyal tespit kıvamına getirecem (niye mi yazdım şimdi yarım yarım... unutmayayım diye. yazacam dedim ya baskı yapsın bu bende gaza gelip yazayım)

Pazartesi, Ekim 02, 2006

gençliğimde neler yazmışım...

Vakit ne hızlı ne de yavaş, kendi halinde ilerliyor. Küller ve dumanlar. Etrafım bunlarla çevrili. Ateş olmayan yerlerden duman çıkıyor bu defa. Küllerin yeniden vücud bulmasını bekliyorum ama bu küllerin içinden anka kuşu çıkmayacak bunu da biliyorum. Yazılı kutsal metinlerden parçalar geliyor aklıma, birbine uyan ve birbirini çürüten. Karmaşıklığın, küllerin içinde sessizce oturmaya çalışıyorum. Belki de bir elin beni tutup çekmesini. Ama bu küllerden ne bir el ne de bir anka kuşu canlanacak. Sessizce oturabilmek erdemdir yeri geldiğinde. Ama ben arsızlık yapıyorum. Gereksiz bir çok kıpırdanmanın havayı titretmesi beni rahatsız etmiyor ama rahatsız olacak kişiler biliyorum. Tırnaklarımın etraflarındaki derileri kemiriyorum. Sanki bu yolla kendimi eritebileceğimi düşünüyorum.Yavaş ama sonuca götürebilecek bir çare gibi gözüküyor bana bu. Aklımda sürekli tekrarlanan emirler, yasaklar, yapılması zorunlu olan davranışlar, söylenmesi gereken sözler ve daha bir çok şey. Bunlardan hiçbirinin bana ortasında oturduğum kül yığınında bir faydası yok. Bunun bilincinde olup umutla bekliyorum. Cebimden sayısı elli ikiden fazla olan kart destemi çıkarıyorum. Saydım yetmiş üç tane. Ama hiç bir kartın çifti yok. Bu kartlar benim bildiğim oyun kartlarından değiller anlaşılan. Peki cebimde ne arıyorlar? Kartları incelerken elimden kayıp küllerin içine düşüyorlar. Birden alev alıyorlar. Neden olduğunu bilmeden onları kurtarmak için atılıyor öne doğru ellerim. Bu arada farkediyorum ki duman yok. Yanan kartlar küle dönüyorlar sadece, ardında duman bırakmadan. Kurtarabildiğim kartlarla beraber elimdekilerin sayısı kırk yedi ye düşmüş. Hangi kartların yandığını anlayamıyorum. Acaba önemli miydi onlar? Dumansız yanacak kartların bana eğlence olabileceğini düşünüyorum ve elimdekileri sağa sola küllerin içine fırlatıyorum. Ulaşamayacağım yerlere yolluyorum onları. Hiç birşey hissetmeden sadece küle dönmelerini izliyorum. Oynamadan oyunun kartlarını yok ediyorum. Ceplerimi kontrol ediyorum. Ne de çok cebim olduğuna şaşırıyorum. Küllerin ortasında değilim artık. Bir köşeye doğru kaymış olduğumu farkediyorum. Bunu anladığımda ise birden küllerin ortasına dönüyorum, göz açıp kapama süresinde, gözlerimi açıp kapadığımda. Farkına varıyorum ki gözlerim kapalı. Gözlerimi açmaya cesaret etmiyorum. Edemiyorum değil etmiyorum. İfadelerin gücünden yoksun kelime dağarcığımı zorluyorum. Kıyıda köşede kalmış kelimeleri bulup çıkartıyorum. Bunu ceplerim boş olduğu için yapıyorum. Aydınlığa çıkan kelimelerin eskiden sokak aralarında oynadığım oyunların isimleri olduğunu anlıyorum. Köşe kapmaca, yakan top, havalistop, sek sek.... Bunlarla zengişlemiyor ifadelerim. Küllerin içinde ifadesiz, oyuncaksız kaldığımı anladığımda ise vaktin pek ilerlemediğini anlıyorum.

Vakit ne yavaş ne hızlı ne de kendi halinde ilerliyor, olduğu yerde sayıyor.....

girişi bir romanın...

Gözyaşlarımın ıslattığı yollarda yürümek isterdim. Ardımda bıraktığım çamurlu yolun ayaklarımda bıraktığı lekelere aldırmadan yürümek. Daha sonra bulutların arasından sızacak güneş ışınlarıyla kurumalarını seyretmek. Hiç bir şey olmamış gibi yola devam etmek. Zira artık bu o kadar da mümkün görünmüyor. Şarkılarda teselli bulmanın yaşı geçti gidiyor. Ya da izlediğim filmlerdeki oyuncuların yerine koymak kendimi. Bunlarda geride kaldılar. Sadeliğini , rahatlığını bulamıyorum hayatın. Gitgide karmaşıklaşıyor önümde. Gülmek, eğlenmek, coşmak, ağlamak ya da uyumak. Bunların hiçbirini eskiden oldugu gibi yapamıyorum. Hep birşeyler kaybediyorlar özlerinden. Sahteleşiyor, yedek parçaları orjinal olmayan arızalar veriyor hayatım. Yerime koyduklarım eskisi gibi olmak şöyle dursun çalışmıyor bile. Sadece orada olduklarını biliyorum , çalışmıyorlar. Bunları düşünmek bile istemiyorum artık. Ne getirdiyse ve getirecekse, onları yaşamak , yaşıyormuş gibi yapmak lazım.


“Nasıl olmuş? Bence idare eder” diye kendi sorduğu soruyu cevapladı. Daha ilk dersten gözüm kesmemişti bu adamı. Hep birşeyler soruyor ve cevap vermene fırsat vermeden sorduğu soruya hoşuna gidecek en uygun ve mütevazi cevabı veriyordu. Bir idareciden bekleneceği üzere. Bu adamın bu kursta ne işi var hala anlamadım. İş yerinde hayatından bezdirdiği adam sayısı az değilmiş olacak ki burada bize de rahatsızlık veriyor. Fıldır fıldır gözleri sürekli kursiyerlerin üzerinde dolanıyor. Ara verildiğinde ise, gözüne kestirdiği kurbanına yavaşca sokularak, yazdığı örnekleri okuyup, beğenip beğenmediğini soruyor, cevabını ise yine sorunun hemen ardından kendi veriyor “İdare eder di mi?” diğerlerinin de yüz ifadeleri artık bu adamı idare edemeyeceklerini belli ediyor. İnsanlar mümkün olduğunca uzak durmaya çalışıyorlar, o ise bunları anlamazdan gelip soru-cevap monologlarına devam ediyor.

Bu kursun en sevdiğim tarafı, yazdıklarını illa ki okumak zorunda olmaman. İsteyen yazdıklarını ötekilerle paylaşabiliyor. İstemiyorsan yazdıklarını alıp evine gidiyorsun, ya da nereye gidiyorsan. İçine kapanık ve sıkılgan bir insan olmam, bu kursa uyum sağlamamı kolaylaştırıyor. Kurs kurallarının rahatlığına değil de kendime pay biçmem ise bencilliğim. Benim gibilere de uyum sağlayabilecekleri sosyal aktiviteler ayarlamış olmalarına ilk başta inanamamıştım. Belediyenin akşam kursları kapsamında yazarlık kursu açtığını okumamla, ilgimi başka birşeye vermem bir anda oldu. Daha önce ki tecrübelerim gözümün önüne geldi. Yazdıklarını okuman için sana yapılan baskılar, lafın dönüp dolaşıp sana gelmesi, verdiğin paraya yanarken senden birşeyler yazmanı ve okumanı beklemeleri.... Bu kursun da diğerlerinden pek bi farkı olduğunu sanmıyordum. Ama bir şeylere başlamak ve onu yarım bırakmak her zaman beni cezbetmiştir. Devrik cümleler gibi, nereye gideceği , neler getireceği belli olmaz. Ama bunu bırakmak kolay olmadı benim. Bu kursun diğerlerinden farkı, buraya gelenler büyük çoğunlukta benim gibi insanlar.

uykum açıldı breh

az önce aşağıda yayınladığım yazı itibari ile yeniden enerji doldum. gece uyumamış olmanın verdiği "noluyo lem neredeyim" ruh halinden, bir kekleme seansıyla çıkmış bulunuyorum. anlaşıldı ki uykusu gelen insanı uyanık tutmak için kafein vs yalan. en sağlıklı yöntem doğal olanı. heyecan adrenalin, sense of humour. oyoyoy....

aklıma gelmişken bahsedeyim. 28 Eylül çığırtkanlıklarımın hiç bir faydasını görmedim. aksine salak durumuna düşürdü beni bu şapşal gaz.... neyse elde avuçta 2 harika tişört var. doum günü hediyesi şeklinde elde edilen. bunun yanı sıra harika iki akşam.... 28-29 eylül akşamlar.... 28 Eylül akşamı bizim elemanlarla beraber idik. spongebob tişörtümü öyle elde ettim. diğer siportif ürünü ise daha öncesinde bahsettiğim üzere bir can yolladı ;) 29 Eylül ise Özgünüm Civanım la, Beygom süprüz bişiler hazırlama zahmetine girmişler. buradan tekrardan teşekkür ediyorum. lakin aldığım hediye en güzeli. moby dick bilmem neli edition ve sıkı durun in English... yaa artık yeni bir kapı açılıyor önümde. yabancı dilde romanlar... fransızcayı sökeyim. lö french novella larda okuyacağımdır. azimliyim....

neysem efendim çok saçmaladım yine. hatırlayan, tebrik eden herkese teşekkürler ediyorum. dönüm noktası addettiğim bu yaşıma girişimde beni yalnız bırakmayanlara içten teşekkürler (trt sunumları gibi oldu) hatırlamayanlar ise kendi doğum günlerinde babayı alırlar.... esen kalın....

zorunlu edit: şöyle ki vakti zamanında doğum günlerini kutladığım, hediyeler aldığım, enteresan şekillere girip kara kara düşünüp değişik şeyler ortaya koyduğum "tanıdığım" insanlar sağolsunlar hatırlamadılar. ZUCKA ma tşk ediyorum buradan da. iki merhabalık muhabbeti olan insana , zahmet edip hediye yolladığı için. elmalarla armutlar karışmıyor bundan sonra (bunu neden yazdım şimdi, ezik miyim????)

of aman günter

yahu yapmicam yapmicam diyorum kendime hakim olamıyorum. hayır geğirmek ya da gaz çıkartmak gibi ulvi ve de gerekli şeylerden bahsetmiyorum. İnsanları "kek"lemekten bahsediyorum. yani nasıl bu kadar saf, saftirik oluyor bu millet ben hala çözemedim. yani herhangi bir şekilde bir ortamda tanıştığım insana güvenmem bayaa bir süre alır. görürsün duyarsın. ondan sonra tamam dersin ama millet öyle değil ya. ne kadar aç varmış ya.

GENÇLER, YAŞLILAR, YANİ HERKES.... BU SÖZLER SİZE. KEKLENMEYİN. DİKKATLİ OLUN. UYANIK GEÇİNMEYİN. GÖZLERİNİZİ DÖRT AÇIN. SANAL SANAL DİYE HOP HOP OPLUYORSUNUZ AMA SAZAN GİBİ AĞLARA ATILMAKTAN DA GERİ KALMIYORSUNUZ. AZ BİRAZ DAHA GAYRET BE CANLAR......

Perşembe, Eylül 28, 2006

daldan dala, daldan dala

aman da yine o sabahlardan biri. ramazan ayına girdiğimizden beri 05.00 dan erken uyudugumu hatırlamıyorum. siz hepiniz mışıl mışıl uyurken, uykunuzun son demlerinde dolanırken, ben uykumun gelmesi için, bön bön bu ekrana bakıyorum. "aman da gözlerim yorulsun, uykum gelsin" diye yapmadığım kalmadı. o siteye gir, bu siteye gir. kapat tekrar gir. chat kanallarına bir göz at. konuşacak adam bulama çık. yok olmadı gazeteleri hatmet(haşmet der gibi oldu, konuşma dilinde kulağa batmayan kelimeler yazıda neden göze batıyorlar-kör göze parmak sokarcasına-)(kraldaki çocuğa hala sözlük almadınız di mi?) köşe yazarlarına mail atsam mı? cevap gelir mi diye ikilemde kal(ikilem deyince de aklıma iklimler geldi, n.bilge ceylanın son filmi. acaba bahsedildiği kadar güzel mi? ben ondan ziyade kaderini bekliyorum demirkubuzun)

o değil de, yazdığımız maillere cevap veren köşe yazarlarını baştacı ederiz de, cevap vermeyene neden kin duyarız? eminim bir çoğumuz mail atmıştır okuduğu takip ettiği köşe yazarına. kimisi cevap verir, kimisi vermez. bize cevap vermeyenler kimlere ne sebeple cevap yazmaktadırlar. mail adresimizi mi beğenmezler misal: "nıch nıch şuna bak delisevdam@laylalaylalay.com buna ben mi cevap verecem,haydar dümen cevaplasın bunu" mu derler, belki de : "ay hayatım şu adrese baksana aristoben_sokratessen@eskiyunan.co.jp diye adres mi olur ya, güya entel takılıyo gariban halk niho hahahaha".... bunların halkın içinden, onların dilinden olanı var, bir de kime neye hitap ettiğini çözemediklerimiz(bunu ben değil bir gazete, reklamında dile getiriyor, tekneden balık ekmek yersen halksın, suşini lokantada çıbıklarsan bilmem ne).... ya da erkek yazarlar bayanların maillerine mi cevap yazarlar, altında kalmak istemeyen ""kadın"" yazarlar da erkek okuyucuların? ha sorarım size. misal neden oldugunu anlamadığım halde unisex kullanıma açık bir ismim var( alooo sonu er ile bitiyo, erkişi erkek manasında , kızlara güner ismi konmasın---üst kata yeni bir komşu taşındı, kadının adı güner) bir güzide köşe yazarımızla ki erkek, mailleştim bir iki kere. her yazdığıma cevap aldım ta ki son mailinde sorduğu: "merakımı mazur görün, isminiz güner, bay, bayan?" sorusuna ""elhamdülillah erkek"" diyene kadar. sonra sen köşene ben bloguma olduk. ayran içsek ne iyi olurdu. ayran dedim de en iyi ev yapımı ayrana şu şekilde ulaşılıyor. yoğurdu tuzla çırpıyorsun bayaaa. böle krema kıvamında ama cıvık krema, olunca yeterli miktarda suyu ekliyor çalkalıyorsun. harika oluyor, hani hazır ayranlar gibin....

" ahanda hava aydınlanıyor, benim uyuma vaktim gelmiş" der, tüyerim. yarın sabaha doğru başka saçmalıklarla burdayım....(sanki canlı yayın var, ben yazıyom sen ne zaman girersen o zaman okuyon..... uykusuzluk benim en vefalı yarim ;)

28 Eylül 1983

Ahanda malum gündeyiz. 2 saat oldu içine gireli lakin 5 kişiden mesaj geldi. Demek ki pek bir reklam olayına girememişiz. diğer bir deyişle .ıçımızı boşa yırtmışız. İlk hediyemi dün aldım. taaa izmirlerden geldi. hiç beklemiyordum halbuki :P çok sevdiğim bir insan sağolsun zahmet etmiş, bir hediye yollamış. burdan tekrardan teşekkür ederiz.Diğerleri uyumaaaaa :P
(ah ah geyik bir yana , bir yıl daha eklendi geçen ömür hanesine. ne olacak bu halimiz yaşlandık breah)

Çarşamba, Eylül 27, 2006

bir gol daha yedik

aman bana birşey olmaz demiyordum.....
gülben gibi yollarda kandıramazsın beni şarkısını da şakımıyordum...
yine olan oldu, açtık kapıları aldık içeri...
açmazsan olmaz, hayatın anlamı kalmaz....
söylemesen olmaz, sabah olmaz...
ama olan oldu yine, ağlarımızda bir top daha var...
yedik golü,canları sağolsun.....

anlar sonra gelen edit: köprü üstü-altından çok sular aktı geçti, köprü altı çocukları ıslandılar yeri geldi, yeri geldi aç kaldılar, yeri geldi vs vs diye uzatmanın manası yok... İyi ki yemişiz o gölü, yoksa şimdi böööööllleeeeee olmazdım. iki gözüm e sevgiler, saygılar ( bu ne la, çok formal-informal arası gitti geldik )

Salı, Eylül 26, 2006

sosyal tespitin ustasıyım, gözlerinin hastasıyım

nedir bu blog olayı? blogger olmak neden önemli? işimiz gücümüz yok mu?

ilk zamanlarda ki bu zamanlar 2 sene öncesine dayanır, bir arkadaşım vasıtası ile blog yazmak deyimiyle tanıştım. bir kaç yabancı blogu inceledikten sonra pek önemsemedim. bir nevi varolma çabası içindeki küçük balıkların oknayustaki çırpınışlarıydı blogger olmak (vay be ne cümle) herkes "ben de varım bu hayatta" demek için kendince birşeyler yapma zorunluluğu hissediyor olacak ki, çığ gibi büyüdü bu olay.msn messenger hesabı olmayana kız vermeyen babalar artık "ver bakayım blog adresini, bir göz atalım" diye damat aday adaylarını sıkıştırır oldu sanırım.

ben de varolma çabasındayım. ben de insanlara "bakın bende ne cevherler var" demek için farklı yollar denedim, hala da deniyorum. bu yapılan doğru mu yanlış mı onun muhakemesini yapamam, ama hepimiz "özel" olmak tanınmak sevilmek için elimizden geleni ardımıza koymuyoruz. son vukuat ise blog yazmak, blogger olmak...

çok çeşitli alternatifler barındıran bu alemde kimisi yediğini, içtiğini anlatıyor kimisi gittiği yerleri tanıtıyor, kimisi benim gibi saçmalıyor.... liste uzar gider, herkes değişik bir açıdan bakmaya çalışarak ilgi çekmeye çalışıyor sonuçta. bunun başka bir açıklaması yok. ama bu işin içinde de gerçekten saçmalamaktan geri kalmayan, kalamayan insanlar var

bu yazının yazılmasına sebep olan da bu. sonuçta kendi kişisel sayfamızda istediğimiz gibi atıp tutuyor, yazıp çiziyoruz. güttüğümüz amacı hasır altı etmiş, yazıyoruz. lakin bir site var ki beni benden aldı. "milliyet blog", milliyet gazetesinin internet sitesinde bir link. buraya üye olup, yazılarını milliyet gazetesi logosu altında blogluyorsun. ama o da ne? yazılanlar sayfanda yer almadan önce denetleniyor, sonra uygunsa sitene konuyor. burdaki gibi rahat değil. tamam buna eyvallah diyorsun emmeeee (dananın kuyrugu burda kopuyor) insanlar nasıl yazıyorlarsa anlamıyorum ama okurken kafayı yedirten cinsten yazılara denk geliyorsun....

başlıklar altında mizah yapanı da var, edebiyat eleştirileri yazanları da. hepisi senin benim gibi insan. işi gücü var. evi barkı varsa var. lakin bir kendini pazarlamaya çırpınış, bir ürününü sattırma politikası, bir kendinibilmezcilik, hıncallık, uluçluk (ekşiye selamlar)....

okunmuyor, okunamıyor efendim. sen ben gibi rahat insanlara hitap etmiyor oradaki blogcuklar. niyetlerini çok aşikar kıldıklarından yapaylık gözüne batıyor, kör göze parmak sokarcasına( bunu da kral tv de yeni vj lik yapmaya başlamış bi oğlana ithaf ediyorum, her klibi sunarken bu cümleyi kullanıyor gariban, biriniz atasözleri ve deyimler sözlüğü alsın şuna)

neyse velhasılıkelam milliyet blog berbat.....(bir de adamlar burdan seçtiklerini haftasonu ekinde yayınlıyorlar ( anladın sen onu) bir alın okuyun derim anlarsınız ne fecahat bir durumdayız..

Pazartesi, Eylül 25, 2006

Güllaç




Favori datlım. Keşke ramazan ayı dışında da yiyebilsek dedirtiyor. ahhh ahh nerde o eski ramazanlar geyiğini ilerleyen günlerde döndürecem....

Pazar, Eylül 24, 2006

ankara ankara güzel ankara

ahanda ankara dayım artıkın. yeni sezon başladı. yedi gün 24 saat canlı yayında bu ekranda :P

bir de herkesin ramazanı mübarek olsun.....

Çarşamba, Eylül 20, 2006

minimasal - bölüm 2

masallar hep ana karakter üzerinden anlatılır. gelin biz bir değişiklik yapalım ve bu masalı bütün kahramanları üzerinden anlatalım. sıra gözetmeksizin herkesin hikayesine göz atalım. onların dilinden dinleyelim...

kendini arayanı bulmak için çıktı yola. beklendiğini hissediyordu ama kiminle karşılaşacağına dair bir fikri yoktu. hayatlarını değiştirebilecek gücü birbirlerinden alabilirlerdi. ortada bir plan yoktu ama ya işler yolunda gitmezse diye endişe duymaktan da çekinmiyordu. hayatına girenlerden hiçbiri onu beklemiyordu. kimisi gözlere döktü bunu kimisi seslere. en az acı vereni kağıda karalananlardı. acıtıyor ama ne bakışların ağırlığını taşıyor ne de sesin gerginliğini....

uyandı. hiç bir beklenti taşımayan güneşin ilk ışıkları yeryüzünü aydınlatmaya başladığında, yatağında doğrulmuş, kendini güne hazırlıyordu. bir kere bile güneş ondan erken uyanmamıştı. her zaman güneşi gerisinde bırakmakla övünürdü. övündüğü diğer bir özelliği ise, unutmamasıydı. hiç-bir-şeyi unutmazdı. en küçük ayrıntılar bile aklındaydı her zaman.

o günle ilgili bilmediği birşey vardı. tesadüfler değildi belki, ama bir plan vardı onlar için hazırlanan.... ve ne olduysa o gün oldu....

Çarşamba, Eylül 13, 2006

minimasal- bölüm 1

aramaya başlayalı çok olmuştu. belki diye diye nerelerde , ne zamanlarda gezmişti. her insanın yapacağı gibi bulduklarıyla yetinmeyi bilemedi. "o" na ulaşacağına dair olan inancı gün geçtikçe kuvvetleniyordu ama elindekilere bakacak olursanız ne kadar ümitsiz bir durumda olduğunu görebilirdiniz.
evvel zaman içinde diyerek başladığı bir günde, yataktan her zamanki enerjisi ve ataklığıyla kalkmadı. kalkamadı. işte o zaman anladı ki, bu zamana kadar kendini kandırmıştı. boşu boşuna yıllarını "o" nu aramakla geçirmişti. ve o sabah masala son vermeyi düşündü. aslında düşündü denemez bu durum için. bıktı her gün sayfaları doldurmaktan. sonu olmayan masalların pek çekici gelmeyeceğini biliyordu ama bir sona varacağına inandığı masalı bitirmeden yarım bırakmanın vakti gelmişti. son bir şans vermeyi uygun gördü "o" na, onu aramaya. yorgun bir şekilde kalktığı yataktan, sahte bir hareketlilikle güne kucak açtı. kolları kısa olduğu için fazla bir şeye sarılamadı. sıcaklığını hissetmeden yakın tuttuğu şeylere baktı. birden kuvveti kesildi kollarının ve düşüverdi sarıldığı şeyler. düştüklerinde kırılmadılar. kırılsalar bile bir önemi yoktu artık.

"her masalda olduğu gibi, bütün ümitlerin tükendiği anda çıktı karşısına.tam herşeye bir son vermek isterken buldu onu. ama böyle sonlar masalın mutlu bitmesi demek değildi galiba"

gökten üç elma düşmek bilmedi. düşecekleri malum ama ne zaman düşeceklerini kestirmek zor değil. masalın anlatıcısına sadece anlatmak düşer. yaşanacaklar kahramanlarımıza kalmış

Pazar, Eylül 10, 2006

28 Eylül'e 18 Kala

bundan sonra her nete girdiğimde bu geri sayımı yapacağım. Ömrümde ilk kez yüzsüzlük yapıyorum bakalım ne olacak...... adres vereyim isteyenler için: 2. yurt 303 odtü :P

Comment yazamirem

yani gençler ben bi akıllılık ettim beta blogger oldum . ama bu zıkkım standart bloglara comment yazdırmıyi. yakında diyi soon diyi. bekliyorum yoksam sizlere ne commentler yazacam görün....

The Illusionist



Abi taa vahti zamanında ben bunun fragmanını rutin apple.com ziyaretimde görmüş, beğenmiş aklımın bir ucuna kaydetmiştim. Fırsat bulup dün izleme şerefine nail oldum ama memnun muyum? Pek sayılmam. Bir kere telafuz felaket. ne yapmışlar anlamadım. papaz ingilizceyle çek işte. alaman aksanı vermeye neden kasıyon her mer? daha sonra her malak amerikan izleyicisi anlasın diye filmin sonunda ahanda bak biz bunları ettiydik de ondan böle şöle oldu diye açıklama flashback felan bunlar artık adamı boğuyor be. madem sihirbaz filmi çekiyorsun, sırrını bizle paylaşma hemşerim. büyüsü saklı kalsın. acep ne işler döndü breh breh diyelim. merakla çıkalım salondan. Ama yine de idare eder bir filmdi. edvırt oynamış gene, ama ben karıyı beğenmedim :P

Cumartesi, Eylül 09, 2006

amca sensin gibi de sana.....


ben amca gibi değilim kardeşim. az biraz kilolu olmak amca mode on mu demek illa ki. göbek olmalı mutlaka her erkekte. göbeği olmayana erkek dimem ben zati......

Perşembe, Eylül 07, 2006

kızılay şşııırrrrr

evet kızılay şırrrrr. nedir değildir anlatam iki kelimeylen. şimdi efendim 2 gündür ankara da bulunmakla beraber kızılayda da zaman harcamışımdır. ilk seferinde kulağıma çalınan şıırrrr şşarrr seslerini algılayamamakla beraber sesin geldiği yeri de tespit edememiştim. bugün ise özgüllen gezerkene önünden geçtiğimiz bir adamın elindeki bir şeyi havaya atarak bu sesleri çıkaran şeyi sattığını gördüm ve noluyo lan dedim. meğerse bu yeni çıkan stres atma ürünü imiş. lakin başarılı mıdır değil midir bilmem ama o şşııırrşaarr sesi bile stresi olmayan bir adamı bile strese sokacak kadar rahatsız edicidir. daha neler göreceğiz bakalım. buna para veren var mı la?

Çarşamba, Eylül 06, 2006

bodoslama ankara

ne oldu ne bitti anlamadım ama ankara dayım. ne zaman geldim nasıl geldim noluyo ne bitiyo anlamadım yahu. sabah kalktım işe gittim geldim. yemek yemeden yola koyulma kararım verilmişti bile. hayat bu insana ne getireceği belli olmuyor

Pazartesi, Eylül 04, 2006

Hobarey



Eylül ayına girmişiz ben bunu kutlamamışım. Oldu mu yani yetersiz veri? Ha oldu mu? Olmadı... nıch nıch. Eylül ü çok severim canlar. Sonbahar müjdecisidir. Serin ve de ılıktır ( ikisi birden nasıl oluyor demeyin bana oluyor) 28 Eylül ü içinde barındırır felan yani (bu sene ciddi doğum günü hediyeleri bekliyorum, kitap mitap istemez, evde koyacak yer yok annemle papaz eylemeyin beni....)

Pazar, Eylül 03, 2006

Exchange Father

babasından memnun olmayan bebeler için geliştirilmesini proce olmaktan çıkarılmasını istediğim bir uygulama. babalar çarprazlama değişsin, kıymetleri bilinsin...... değişiklik olsun

Cuma, Eylül 01, 2006

amanın...

nedir ne değildir diye merak etmenin iyi bir şey olmadığı deneyimler sayesinde bir kez daha ispatlanmıştır. durmadan ispatlanan başka şeyler de mevcut hani....

Perşembe, Ağustos 31, 2006

Kapak Olsun



oturdum sabah sabah Türkiye-Litvanya maçını izledim. İlk başlarda herşey güzelken 3. ve 4. periyotlarda gösterdikleri mükkemmel başarısızlıklar ve de talihsizlikler sonrasında sinirli bir şekilde televizyonu kapattım. Daha sonra kendi kendime" ulen altı üstü maç, yensek ne olcak yenilsek ne olcak" diyerekten maçın hepsini izlemeye karar verdim. Ne olursa olsun Milli takımımız tarih yazmıştı. ne olursa olsundu....




Ama sonra ne oldu. son saniyelerde beklenmedik bir üçlükle berabere olduk 75-75,oturamıyordum( basur yüzünden değil heyecandan) annem beni sakinleştirmeye çalışıyordu. bari git sen oyna bu hareketlilikle vs diye gaz da vermiyor değildi. Sonra adamların ellerinden topu aldık. potaya vardık ama puşt hakemler yüzünden faulu alamadık. olsundu. bitti dediğimiz maçtan beraberliği yakalamıştık. 5 dakikalık uzatma ise hiç bitmeyecek gibi geliyordu daha başlamadan. ama o da ne. takım yeniden doğmuş gibiydi. oyuncuların yarısı sakat, yarısı 5 faul almış kenarda süzülürken, sahadaki ekip imkansızı başardı bir noktada. beni benden aldılar, maçı da aldılar. İlk sekize kaldık bu önemli değil diyenlere, köşesinden kenarından atıp tutanlara bu maç KAPAK OLSUN........

Çarşamba, Ağustos 30, 2006

100. Yazı

100. yazımız 30 Ağustos ile alakalı olsun. Herkesin Bayramı Kutlu Olsun...

Pin Kodu

Efendim bugün oturdum televizyonun karşısına, aldım elime uydunun kumandasını, kurcalamaya başladım. Her türlü elektronik alet- edevat benim elimde değer kazandığı için uydu alıcısını da bozmasam içim rahat etmezdi. sonunda amacıma ulaştım ve bozdum. Merak edenler için söyleyeyim zor olmadı. Fabrika ayarlarına dön deyince kolaylıkla sıfırlayabiliyorsunuz aleti. Neyse babacığım aldı götürdü yaptırdı getirdi. Ama o da nesi? Karşımda bir pin kodu var, eskisi gibi kurcalayamıyorum sağını solunu. Üstün zekama güvenerek şifreyi çözmeye çalıştım.0000, 1111, 2222.....9999 dan sonra doğum tarihlerine giriştim. 1950 den itibaren denemeye başladık. lakin baktım dizilerim başlayacak, öncesinde pin kodunu ele geçirmem gerekiyordu. Babamı az biraz zorlayınca servisi aradı ve pin kodunu ele geçirdik. İnsan ne biliiim doğum tarihi olmalı, ya da başka bitarih diye düşünüyor, hani kişi için önem ifade eden... Merak eden ya da etmeyenler için işte pin : 1903.......

Salı, Ağustos 29, 2006

Artık Kısa Cümleler Kuruyorum


Giden gelmiyor, geri dönmüyor

Oyunun sonunda.....


demiş Şebnem Ferah. Artık Kısa Cümleler Kuruyorken.

Şebnem Ferah ın en sevdiğim albümüdür diyebilirim. Diyorum hatta "En sevdiğim albümü bu".....
yaa oyunlardan girip, insani olmaktan uzak olan ilişkilerden çıkmaya niyetlendi idim. Lakin gerek olmadığını farkettim. Her şeyi açık açık yazmaktan da hoşlanmam, az biraz saklı olsun di mi altmetin :P Dinle albümü, çıkar anlamı.....

Pazartesi, Ağustos 28, 2006

Ben Bugün Bunu Gördüm

hakkaten gördüm, yaşadım, tanık oldum. İnternetten tanıştığı erkek arkadaşı nın kıskanması üzerine msn listesindeki erkek kişileri silen, kendisi de ondan listesindeki kızları sildiren bir arkadaşım, gayet medeni bir şekilde bana bu istediğini belirtti. Bende sil dedim. Ne diyim. Silme desem yine silecek... İnternet Aşkları' ında enteresan bir sayfaya daha tanık oldum ya, ohh serinledim :)

Hayatın Özeti


bu başlık altında piniciğim yolladı bana bunu. bir basamak atladık biz , ya da atlayabilirim, ya da atlamam....

ekşi sözlükten....

terazi burcu sanrıları başlığı altından alınmış olan bu yazı, bilmem gerçekleri yansıtıyor mu?
Ben teraziyim ayrıntısını da vereyim....

ottan boktan, paralel evrenlere kadar her konu ile ilişkili olabilen sanrılardır.. bu sanrıların çıkış noktası, birçok şeyi götünden anlamak ve iyiye yormaktır..mesela yolda bıçakla size doğru yaklaşan bir adam gördünüz, ne düşünürsünüz ? adamın bana bir garezi var ve beni bıçaklayacak.. hayır yanlış. terazi şöyle düşünür, herhalde burada bir karpuzu var adamın, onu kesmeye gidiyor... kasiyer kötü davranırsa bunu kasiyerin o gün maaşını alamamasına, biri bağırırsa ses tellerini açmak için çalıştığına, biri "karımı kaybettim" derse karısını hastahanede kaybedip bulamadığına inanırlar..örnek sayısını çoğaltmanın lüzumu yok, her tür götünden anlamak, yanlış anlamak, farklı zannetmek, kimsenin göz önüne almadığı 4. ihtimalin varlığına inanmak, örnek olarak verilebilir... tek kurtarıcıları ise, yanlarındaki, onları uyaran, yağız arkadaşlarıdır.

Pazar, Ağustos 27, 2006

anında görüntü, anında yorum.

*take a bow: iyi bir giriş...
* starlight: ben şahsen beğendim. çok güzel bir şarkı. muse yapmış, beğenmemek elde mi.
* supermassive black hole: iyi bir çıkış parçası olduğu söylenemez ama klibi güzel. şarkı da eh..
* map of the problematique: bu da dinlenebilir bir şarkı, sonlara doğru güzelleşebiliyor yerine göre(nası lan). henüz starlight a basacak şarkıyı dinleyemedim.
*soldier's poem: absolution şarkısını andırıyor nedense.
*invincible: başlarda askerde hissetiren bir şarkı...
*assasain: güzel, güzel....
*exo-polotics: bunun da yamuk bir tarafı yok. gayet dinlenebilir bir muse şarkısı
*city of delusion: amanın bu da güzel....öyle böyle değil. çok güzel...
*hoodoo: sakin bir şarkımsı. dinleniyor yine.
*knights of cydonia: harika albüme harkia bir son....

albüm diğer muse albümlerinden ayrılıyor gerçekten. bariz bir fark göze çarpıyor çünkü artık apaçık bir şekilde anlatmıyorlar dertlerini, melodilerini. yakalamamızı bekliyor gibiler. ilk dinlediğinizde sizi coşturan muse şarkıları yok bunda. ama dinledikçe tadı alınan "lan bak bu da varmış ben nasıl farkedemedim" dedirten ayrıntılar gizli albümde. anlayana helal, anlamayana sivrisinek caz...

bi de bu çıkmış




artık bazı arkadaşlık sitelerinde " selam naber seviyeli bir muhabbete ne dersin? "yerine bunlar kullanılıyormuş. hayırlı olsun ne diyek...

sıvama paçayı!!!!

ah canlar ah, dere görmeden paça sıvadık. this is the last day dedik lakin öyle olmadı olamadı. bir hafta kadar beraber çalıştığımız bey amcanın bir akrabası vefat etmiş. Allah rahmet eylesin. O da cenaze için adana ya gitti. ben bir kaç gün daha tükan gülü olarak arzı endam eyleyeceğim.... beklerim...

Cuma, Ağustos 25, 2006

the last day

aman da aman tükkanda ki son günüm budur. şükür diyoruz ve uzun hafta sonunda alll byyyyy myyyy seellffff diye naralar atmak istiyoruz....

Çarşamba, Ağustos 23, 2006

Six Feet Under


favori dizim. yıkıcı, kırıcı, şaşırtıcı, her cümlesi anlamlı... boş değil hemşerim. beğenmeyeni yok...

açlık


insan acıktı mı yerinde duramıyor iyi mi? algılayabildiğim kadarı ile açlık mide ile alakalı değil tamamen göz-beyin etkileşmesi( Her gördüğü yiyeceğe saldıran çocuk modeli) de sayılmaz. karnımızda birşey var ve belirli aralıklarla ki bu aralıklar 4-5 saate tekabül ediyor, kendi kendine büzülüyor, sıkışıyor, içine çöküyor( zeki arkadaşlar uyurken neden acıkmıyoruz diye soracaklar, çünkü uyuyoruz uyurken bir çok şeyi yapmıyoruz....- kıvıramadım çünkü açım-). lise biyoloji dersi laboratuvar demirbaşı olan içorganları takçıkar modelinde( torso modeli imiş adı) görülebileceği üzere mideye büzüşecek yer yoktur. maket yanlıştır. ne olduğunu şu an bilmediğim "şey" in varlığı es geçilmiş büzüşme alanı ayrılmamıştır.
tok açın halinden de anlamıyor canlar...

Pazartesi, Ağustos 21, 2006

dert

ah hayat sen nelere kadirsin... neden 6 olduğumu sorgulamak istemezdim kendimi olduğum gibi kabul ederdim.... hala da öyle... benim doğrularım bence gerçek olanlar, olması gerekenler, herkesin doğruları olmalılar. lakin öyle değil, tevir çeşit insan mevcut. bu durumda anlaşmak kolay olmuyor. anlaştık diyorsun bi yamuğunu görüyorsun yine olmuyor. vay anam vay, ne dert be :P

aman da yalnız kaldım ey internet

bizimkisilerin kayseriye düğüne gitmesini sağlayaraktan ( ki benim de gitmem gerek idi lakin vazcaydım, evde kafa dinleyem dedim o da yemedi, tükana git-gel edecez) evde tek başıma bir hafta geçireceğim. ama bunun ne tadı var ne de tuzu. eve çağıaracak bir arkadaş bir eş bir dost bilem yok. kös kös oturur her zaman ki gibi tv izlerim. mesai saatleri dışında tabii. ay düğün sen nelere kadirsin.....

Cumartesi, Ağustos 19, 2006

e bi ben kaldım eksik.....



pınar altuğ benimle de çıksın, bana da aşık olsun.... tam olsun

ben de bahsedivereyim

malumunuz teknolojinin ilerlemesiyle eskiden nadir ayyuka çıkan yatak odası görüntüleri çok kolay bir şekilde kayıt edilip orda burda ortamlara salınmakta şimdilerde. gülben ergen- gamze özçelik-liseli serap derken hepsini izleyemedik (gülben ergen videosu olan varsa iletişime geçelim) neden izliyoruz onun cevabını bulmaya kalkışacak değilim, ama ben neden bakıyorum ondan bahsedeyim. birincisi bu videolarda bildiğimizin dışında bir olay vuku bulmamakta. yani varsa da ben denk gelemedim henüz :P ikincisi bahsettiğimiz görüntülerde orda burda beyanat veren, ahkam kesen, onu bunu eleştiren medyatik kişiler olduğundan,izleyip "0ha olaya gel" dememiz için birebirler. üçüncüsü herkesler izliyor da ben izlesem ne olacak.... buraya kadar benim açımdan yaklaşmayı denedik. lakin medyanın ve de diğer insanların tutumlarını görünce, benim kadar saf olmadıklarını görüyoruz. bunu irdeleyecek değilim lakin son günlerde geç olsa da gündeme girmeyi başaran "ali kırca" videosundan bahsetmeyi isterim. o da şöyle. beyefendinin kendisi yamuk bir kişilik olmadığından, baya baya sevilip sayıldığından (son zamanlarda ki atv ana haberin içeriği ve de gidişatı açısından "yeni reha vakası" dediğim olmuştur) zamanında pek popüler olan olaylara girip çıktığından (vukuatlı yani destekçi bol ) ve de erkek olduğundan hasır altı edilmeye çalışıyor idi. fakat daha sonra içi gıcıklanan bazı kişiler bundan bahsetme ihtiyacı duydular. sonradan sonraya ise gündeme oturmayacak olsa da bundan bahsedilecek. ama ali kırca nın videosu nu diğerlerinden ayıran çok öenmli bir ayrıntı var. o da gizli çekiliyor olsa da , şantaj amaçlı olsa da, ali kırca gayet başarılı. diğerlerinde olduğu gibi para sızdırmak için, eşe dosta göstermek için bayıltılmış değil, sohbet ettirilmiş değil :))

Ali Kırca utanma abicim. Herkes sevişiyor (fırsatını bulanlar tabii ki) Sen o yaşta bunları yapabiliyorsan bizde yaparız inşallah... arkandanız, devamını bekleriz...

,,,eleştir bakalım,,,

son zamanlara mahsus olmayan bir eleştiri çılgınlığı mevsimine girdik yine. kutuplaşmış medyamız kendi içinde tutarlı bir şekilde bir kişi, olay vs seçerek bütün kanallarıyla dolaylı- dolaysız bir biçimde kalemini sallamakta. ilkin hoşunuza giden bu tür eleştiriler tekrar etmekten başka birşey yapmayınca , ister istemez siz de bunları eleştiriyorsunuz. seçilen ortak "kaka" nın altından girilip üstünden çıkılıyor iken sizinle aynı şeyden rahatsız olan insanların varlığını bilmek sizi memnun ediyor. fakat herkes birden bunlara çullanınca ister istemez savunuyor oluyorsunuz bunları. misal her daim gıcık olduğum serdar ortaç yine, her albüm çıkarttığında olduğu gibi evde işte okulda tuvalette karşınıza çıkıp, hep dile getirilen bilindik melodileri üstüne yazılmış abuk şarkı kelimeleri ile sinirlerinizle harp ederken, pek entel-dantel takılan medya mensubu ya da mensubu olmadığı halde göz önündeki şahsiyetler "tü kaka serdar aman yine her yerde çalıyor sabaha kadar.serdar pop müziğimizi çamura soktu vs vs " diye bidbidleniyor(amma da uzun cümle yazmışım) tamam biz de sevmiyoruz ama neden hep birlikte sözleşip adama çullanıyorsunuz ve sadece bidbidlenmekten başka birşey yapmıyorsunuz?

Cuma, Ağustos 18, 2006

şimdilik bu kadar

Uzun zamandır, uzunca birşeyler yazma niyetinde idim. şimdi fırsat bulabildim sonunda. aklımda bir çok şey vardı bahsedecek bilmem kaç tanesi hala hayatta. yazının sonunda belli edecek kendisini.

1) kalbim benecol reklamları var zırt pırt çıkıyor, görmüşsünüzüdr mutlaka. kolestrol için birebir diye lanse edilen ürünün reklamları ise sadece "belli bir kesim" e hitap ediyor. yani onun dışında kalan kolestrol sorunlusu insanlar için benecol pek bi tatmin edici olmasa gerek. takım elbiseli, şık sportif sağlıklı mükkemmel gülüşlü insanlar ellerinden günde bir defa yemeleri ya da içmeleri gereken ürünü düşürmüyorlar (yani bitse bile çöp elde olmalı ki "haa ben bugün kalbim benecol umu tükettim" diyebilmek içün) birbirlerini arayıp naber abi nasılsın çoluk çocuk nasıllar demek yerine -alo kalbim benecol - günde bi dene diyerek selamlaşıyorlar. çok saçma bi reklam (evet kolestrol sorunum olmadığı için kalbim benecol kullananları, kullanacakları kıskanıyorum böle de fesatım)

2) bu yeni bir haber. radikal de yazan muhterem bir şahıs bugünkü köşekapmacasında alenen "evrim teorisi" ni desteklemekte ama nasıl. bunu ben anlatacak değilim aha da size link siz okuyun http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=196114&tarih=18/08/2006

3)uydu kanallarında ciddi ciddi cinselliğimizi yaşıyoruz. gariptir bilmem ben gibi arada sıkılıp bakanlarınız var mı, gereksiz ve de enteresan isimlere sahip sms leşme kanalları kontrol edilmeklerinden olsa gerek dul,evli,bekar farketmez kız da olur diye aranan kendilerini tarif ederken sadece boy-post ve göz renklerinden bahseden yaşları çeşitlenebilen insanlarla coşuyor. insanlar dedim pardon, erkekler :) bir de iletişmek için telefon numaralarını çekinmeden izleyenlerle paylaşıyorlar. buraya kadar alla alla demeyi gerektirecek bir şey yok ama. kadın erkek farketmez, ne olursan ol gel diyenlerden, evliliğine heyecan katmak için üçüncü dördüncü vs arayan evli çiftlere hizmet sunmaya can atan yaşam formları da mevcut. internetin suyu mu çıktı. televizyonda ne işiniz var kardeşim.

4) radikal gazetesi çok yamuk bir işe soyunmuş. http://www.sokakkitaplari.org/ sitesi başlığı altında kitap okuyalım okutalım. sebeblenelim... ben olsam aldığım kitapları yerine koyacaklarına inandığım türk insanı için daha çeşitli atraksiyonlara girişirdim.

4 başlık kalmış aklımda gerisi gelir...

Perşembe, Ağustos 17, 2006

ne de çabuk geçti...

gittim, geldim. her yer es es es es. adamların başka bir şey bulmamalarına takıldım. es tavuk, es kot, eskart, esuç, eskaç... herşeyinbaşında bir es var kardeşim. anladık es es siniz lakin bunu tavuğa kurda kuşa tükana neden bağlıyorsunuz?

o değil de eskişehir iyi geldi bana. yani çok böyük değil lakin iyi güzel hoş bir şehir gidip görülesi diyeyim ben size. gezdim gördüm. tansu ve de özerle geçmişi yaad ettim. çıktım geldim. hom hom sivit hom

Cumartesi, Ağustos 12, 2006

Özer den canlı yayın

özerlerin evindeyim. bilenler bilmeyenler için açıklama yapmak zorunluluğu hissetmiyorum. beyaz saray gibi ev valla mavisi, beyazı salonlarla dolu :)

Çarşamba, Ağustos 09, 2006

Hadi gözümüz aydın....

Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanıp ilgili çevrelerin görüşüne sunulan 'Bilişim Ağı Hizmetlerinin Düzenlenmesi ve Bilişim Suçları Hakkında Kanun Tasarısı', sanal ortamla ilgili ilk ve en kapsamlı düzenleme olacak. Tasarıda en dikkat çekici şey, sanal âlemde işlenecek suçların bir bölümüne verilecek cezanın gerçek ortamda işlenen suçlara verilecek cezadan fazla olması. Tasarıda sanal suçlar ve bunlara öngörülen cezalar şöyle:
Bilişim sisteminin bütünü veya bir kısmına hukuka aykırı olarak giren veya herhangi bir şekilde sistemde kalmaya devam edene altı ay-iki yıl arası hapis veya 800 güne kadar para cezası.
Bir bilişim sistemine girerek, veri veya program elde eden kimseye bir-üç yıl arası hapis.
Korsana beş yıl
Bilişim ağındaki verileri hukuka aykırı şekilde izleyen kimseye üç yıla, ağa bağlanmaksızın sistemdeki verileri izleyenlere beş yıla kadar hapis.
Sistemdeki veri veya programları bozan, silen, değiştiren, yok eden, erişilmez kılan veya sisteme veri veya program yerleştiren, programlara zarar verenlere beş yıla kadar hapis.
Bir bilişim sisteminin çalışmasını veya işleyişini tamamen veya kısmen engelleyen, erişilmez kılan veya bozan kişiye 2 yıldan 5 yıla kadar hapis.
Suç amacıyla donanım ve yazılım üreten, uyarlayan, satan, sağlayan, dağıtan veya bu amaçla bilişim sistemine erişimi mümkün kılan parola ve erişim kodu sağlayana beş yıl hapis.
Sahtecilik için bilişim sistemindeki verileri silen, değiştiren, yeni veri girene üç yıl hapis.
Bilişim ağıyla haksız yarar sağlayana beş yıla kadar hapis, 2 bin güne kadar para cezası.
Bir başkası gibi davranarak yarar sağlamak veya zarar vermek amacıyla kişileri yanıltarak bilgi toplayana bir yıl hapis.
Kamu kurumlarıyla gerçek ve tüzel kişilerin hizmet veya kimliğini takli eden üç yıl hapis. 'Devletin güvenliğine ve kamu barışına karşı işlenen suçlar' sanal ortamda işlendiğinde verilecek cezalar yarı oranında artırılacak. Bu suçlar da şöyle:
Şapka ve Türk Harfleri Kanunu'na muhalefet, göreve ilişkin sırların açıklanması.
Cumhurbaşkanına hakaret, devletin egemenlik alametini aşağılama ve Türklüğü, Cumhuriyet'i ve devlet organlarını aşağılama, devlete karşı savaşa tahrik, hükümete karşı isyan, suç için anlaşma, askeri itaatsizliğe teşvik, milli savunmaya karşı suçlar.
Devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk.
Atatürk'e hakaret.
Tehdit, şantaj, hakaret veya iftira suçu bilişim ağı üzerinden işlenirse TCK'ya göre verilecek cezalar yarı oranında artırılacak.
Pornoya af yok
Bir çocuğa veya çocuk gibi görünen veya çocuk olduğu izlenimi veren bir kişiye ait gerçek ya da temsili görüntü, yazı veya ses içeren pornografik ürünleri bilişim ortamında dağıtmak için üretene sekiz-12 yıl arası hapis, 5 bin güne kadar (500 bin YTL) adli para cezası.
Bu ürünleri, ağ üzerinden tanıtan, sunan, kiralayan, satana iki-beş yıl arası hapis, 1000 güne kadar para cezası.
Bu ürünleri, bilişim ağı üzerinden temin eden, bulundurana altı aydan bir yıla kadar hapis, 300 güne kadar adli para cezası.
Kumara iki yıl ceza
Bilişim ağı üzerinde kumar oynatana altı aydan iki yıla kadar hapis cezası veya iki yüz günden 1000 güne kadar adli para cezası.
Hâkim kararına uymayan yer, erişim ve hizmet sağlayıcısına üç yıl hapis.
Suçlar bir banka veya kredi kurumuna, kamu kurumuna ait sistemler üzerinde işlenirse ceza yarıya kadar artırılacak.
Bilgilendirme yükümlülüklerinden birini yerine getirmeyen yer, erişim, hizmet, içerik sağlayıcısına ve yükümlülüklerine aykırı hareket eden toplu kullanım sağlayıcılarına (internet kafeler) 10 bin-50 bin YTL arası para cezası.
Toplu yaramaz ileti gönderene 10 bin YTL-50 bin YTL arası para cezası.

Perşembe, Ağustos 03, 2006

yorumsuz


http://www.youtube.com/watch?v=hBdN5P41qWY

ben ne yaptım?


çaresiz kaldım, evet evet çaresiz. elim kolum bağlıydı. denedim, yıllarca bekledim. olmadı, çıkmadı....
çıkmadı derken, herhangi bir şans oyununun ikramiyesinden bahsetmiyorum. uğraşsam kesin birşeyler kazanmıştım şimdiye. neyse konumuz o değil. konumuz bu: kız arkadaş!!!!
yıllarca çeşitli tripleri attıktan sonra baktım "tık" yok, elin adamı girdiği her ortamda alıp götürüyor, biz ise arkasından bakıp iç geçiriyoruz pehh diyerekten.
baktım, benim neyim eksik dedim, bir arkadaşlık sitesine profil bıraktım, yetmedi bir de resmimi koydum. gördüğüm hatuna el salladım ama o da nesi? "tık" yok. orada da yok. bi Allah ın kulu da "ula çocuk yakışıklıymış, zeki, çevik ve de atak birisine de benziyor ben de ona karşılık vereyim el sallayayım, bi göz gırpayım" dememiş.
pes diyorum ve işi anneme havale ediyorum.....

Salı, Ağustos 01, 2006

unuttum yazacağımı :(((

1984



her zaman için, adından çok bahsedilen, çok konuşulan, dünya klasiklerine girmiş eserleri okumaya karşı olmuşumdur. bunun yanında popüler olanları da sevmem , okumam. lakin gümbür gümbür gündemde kalan davincişifresini okuduğumda haklı oldugumu anlamıştım. klasik olay örgüsüne yamanan leonardo motifleri çekici kılmasına kılıyordu hikayeyi ama bizim insanımıza uzak olan"kutsal kase"ydi "isa'nın torunları"ydı sorunsallarından ibaret olması bu kadar konuşulmasını sağlamıştı dünya çapında. iyi güzel kendi çapında idare eder bir kitap olması bizi ilgilendirmiyor bu aşamada.

ama şunu belirteyim can dostlar bazı kitaplar var ki mutlaka okunması gerekenler arasında, sizlerin gözünüzü açacak.... bunlardan birisidir 1984. uzun zamandır el atmadığım, ama merak ettiğim bu kitabı okudum en sonunda. ve kitabın güzelliği yanında neleri neleri etkilediği gözlerimin önünden geçtikçe, etkisi o kadar da büyüdü gözümde. distopya kelimesinin tam karşılığı olan, ve aklınıza gelebilecek herhangi bir distopik kurgunun temeli olduğunu düşündüğüm bu kitabı okuyunuz derim başka da bi şey derim, terli terli soğuk su için, çok tatlı oluyor...

Cuma, Temmuz 28, 2006

İlber Ortaylı - Osmanlı'yı Yeniden Keşfetmek

Efendim yazarımızın kendisinin de belirttiği gibi bir "Osmanlı" olma durumunun popülerleşmesinin ardından , gerektiği gibi yeterli bilgileri verebilecek, yeni ufuklar açmak öncesinde "ufuk" sahibi olmamızı sağlayacak, saçma sapan avrupa kaynaklı( ki çoğu saçmadır bence, ama içlerinde güvenilebilecek olan kaynaklar da mevcut) roman, deneme, tarihsel metinleri okumak yerine; pek ulaşma fırsatı bulamasak da, ulaşabilenlerin ise pek paylaşmadığı "arşiv" lerimizden kırıntılar içeren eserleri yalayıp yutmak varken, sade ve sadece şakşak yapmanın anlamsız olduğunu yavaş yavaş anlıyoruz(ula ne biçim cümle bu be, ben yazarken gına getirdim okuyanlara sabr)

Söyleşilerden derleme bir eser olduğu için, yer yer tekrarlarla karşılabiliyorsunuz. Eserin en kötü tarafı budur, başka bir başlık altında bahsedilmesi gereken konunun,öteki başlıklar altında da tekrar edildiğini görmek sizi şaşırtıyor. Tamam söyleşileri çözümlemişsiniz ama aynen kitaba koymuşsunuz, genel olarak bakıldığında bir dağınıklık göze çarpıyor. Ayrı ayrı söyleşileri bölümler altında ele almak yerine, konu konu sınıflandırılsa daha yerinde olurdu bence.
Vel hasılı kelam hafif bir kitap olmakla beraber okunmalıdır diyoruz( İlber Hoca yı çok sevdiğim söylenemez lakin okuyun yahu ecdad bu :)

giriş niteliğindeki bu kitabı okuyalım, okutalım...

joker

ben bildim bileli, nerede eş dost sohbetleri tıkansa bir hava muhabbeti açılır gider.... bunu benden önce farkedip espri konusu yapanı da çok olmuştur lakin benim bahsetme ihtiyacı görmemin nedeni, artık konuşacak konumuz kalmayınca bizimde "hava" temelli muhabbetlere girişmemiz. anladım ki yaşlanıyorum. havadan konuşmak yerine ne biliim bi sponge bob dan bahsetsek, o gün izlediğimiz şirinler bölümünü tartışsak ya da olmadı susam sokaaa geyikleri çevirsek ne iyi olurdu (oluyordu) ulan büyüyüp afallaşmak istemiyorum. benim gibiler için bi merkez bir köy bi mezbaa felan bulundursanlar da biz orda steril yaşayalım bi zahmet. buradan yetkililere seslenmek istiyorum, trt için para kesmeyin artık elenktirik faturamızdan

Salı, Temmuz 25, 2006

neler oluyor bizeeee

Nice zamandır şu internet aleminde gezinirim, bir çok insan tanıdım, bir çoğuyla samimi oldum. Bu kadar tanıdığım insan içinde bir tanesi de çıkıp "Kuzum ben gerçekten vakit geçirmek, eğlenmek, birşeyler öğrenmek için nette takılıyorum" demedi. Yani niyetini açık açık söylemiyor kimse fakat bu amaçla nette dolandığını da belli etmiyor kimse( ben dahil miyim hariç miyim yoksa kısmetsiz miyim, belki de bu yazıyı bi hanım arkadaş bulamadığım için de yazıyor olabilirim felan) Genç-yaşlı, evli-bekar, kadın-erkek demeden nette ne kadar insan varsa, gerçek amaçlarını her ne kadar gizlemeye çalışsalar, kendilerini kamufle etmeyi deneseler bile az biraz dürtülünce karamanın koyunu sonra çıkar oyunu misali dökülüveriyorlar.

erkeklerin kadınlara olan zaafı malumunuz. buna " yok öle bişiii" diyecek halimiz yok. lakin hayatın merkez noktasını " bir kadın bulmalıyım" diye algılayan, her türlü etkiliğinde bunu ön planda tutan hemcinslerimi gördükçe üzülüyorum yahu. Yani bekar birisini ele alacak olursak (pek ele avuca gelmez onlar ya , neyse) zırt pırt partner değiştirmek, acil durumlarda kullanılması gereken sevgi sözcüklerinin anasını ağlatmak, ona buna yavşamak vs ler hem onları hem de yakın ilişki kurdukları insanları yıpratıyor. her ne kadar "fani dünya, ye-iç-yat" anafikirli bir hayat yaşıyor olsakta, binlerce yıllık geçmişimizin bizlere kazandırdığı ya da zorla kabul ettirdiği, "bir bildiği var ki , böyle" diyebileceğimiz sözlü-yazılı birçok metin, kural cart curt var, vicdan var, ahlak var, var oğlu var. Şimdi bütün bunları görmezden gelip, şeyimizin doğrultusunda gidip "Önce Allah , sonra Yallah!!! " nidalarıyla kazanovalık yapmanın mantıklı bir tarafı yok. her yapılan eylemde mantık aramıyorum ama bu mantıkla ilişkilendirilebilecek bir mevzu.

evli bir erkek hakkında da birşeyler söylemek isterim.Kuzum bunlar hele hiç anlaşılamayan kesim. eğitimli, eğitimsiz farketmeden yedikleri haltlara bir kılıf bulmakta hiç zorlanmayan(okumuşu der ki: aşkı öldürdük,entelektüel zevklerimizde uyumsuzluklar başladı, heyecan hissetmiyorum, adrenalinsiz kaldım vs. okumamışı da bir tek şey der: ula çok pis azdım bi karı bulak,yeni datlar yeni helecanlar mühehe ) ( farkettiğiniz gibi ikisi de aynı şeyi söylüyor ama farklı yollardan), hayatı çözmüş, bir bakışıyla yürekleri yakan bu babayiğitler , vakti zamanında vermiş oldukları sözleri, altına imzalarını attıkları sözleşmeyi yok sayıyorlar. İş hayatında yapılan anlaşmalara uyulmadığı zaman ortaklık nasıl bozuluyorsa, evliliğinde böyle bozulacağını anlayamıyorlar. Çoluk çocuk mevzuuna hiç girmeyeceğim.

sadece erkekler suçlu değil tabii ki, kadınlar olmasa erkekler yanlış yollara sapmazlardı hiç. her ne kadar erkek kabahatli ise, kadın da o kadar kabahatlidir. her zaman erkeklerin üzerine yıkılan "çapkınlık" suçu acaba kadınlar olmasa işlenebilecek miydi? Bir erkeği baştan çıkarmak o kadar kolay bir şey ki, bunu 10 yaşındaki çocuk bile yapabilir ( hayır 10 yaşında bir çocuk beni baştan çıkarmadı).Yapılan eylemden ( böyle söylüyorum çünkü aradaki aşk-meşk-sevgi yalan hikaye, dolan vs) sadece bir taraf zevk almıyor, ya da bir tarafın ihtiyaç duyduğu bir şey değil bu. erkekler için yazmış olduğum ne varsa bayanlar için de geçerlidir.

bu konuda söylenecek çok şey varmış, ben bile yazarken sıkıldım şimdi. en iyisi bir kitap halinde yayınlamak bunları, hem de çok satar :)

gerekli edit: yok yok kadınların kabahati daha büyük, erkeklerle oyuncak gibi oynuyorlar....

Pazartesi, Temmuz 24, 2006

sendromum nerde?

takıntı toplumu olduk çıktık. "işi yok it taşlıyo" atasözüne sığınarak, kendi kendimize problem üretmekte üstümüze yok demek istiyorum. "azıcık aşım ağrısız başım" diyerek yaşamak varken, tutup onu bunu takıntı ediniyoruz. tatil sonrası işe başlama sendromu, pazartesi sendromu, eski sevgili sendromu, apnea sendromu, onun sendromu, bunun sendromu....
50 sinde saçlarında tek ak bulamayacağınız kişide şu iki şeyi sorasınız. saç boyasının numarası nedir? yok değilse bu adam takmıyor mu heç bişiyi? bi amcam var, babamdan büyük saçında beyaz yok nerdeyse efendim. dert etmiyor hiç bir şeyi kendi sine. ben bu yaşta amca oldum çıktım. mütemadi aralıklarla " oha amma da çoğalmış bu beyazlar" diyerek dert yapıyorum daha da çoğalıyor bu zıkkımlar( şaka lem şaka, beyaz saçı çok severim, olgun bir hava veriyor, bir an önce "kır saç" sınıfına terfi edersem o zaman görün beni....)
çok kısa oldu bu yazı ama anafikir önemli olan o da şu: terli terli soğuk su içmeyin, saçlarınız beyazlamaz....

Pazar, Temmuz 23, 2006

kliptomanya


abi şunu bir türlü anlamıyorum, birisi bir klip çekiyor sonra tutarsa türevlerine maruz kalıyoruz. misal serdar ortaç'ımız canımız ciğerimiz "sor" şarkısına çektiği kliple, bizleri istanbulun hiç denk gelmediğimiz amerikanvari yüzüyle tanıştırdı. klasik-standart-seksi amerikan klip çeşitlemeleri birden ekranları sardı sarmaladı. kenan doğulu "çakkıdı" derken iyi bir kliple bizleri selamlıyordu. "istanbul'da yaşarsan böyle dellenirsin" anafikrine sahip olan klip, orada burada kontrolden çıkmış bir şekilde isyan bayraklarını çekmiş gençleri konu ediniyor.

asıl değinmek istediğim konuya girmek için sabırsızlanıyorum, o yüzden fazla örneklendirme yapmadan konuya gireyim. iyi-güzel-hoş, kliplerimiz renkleniyor, görsel açıdan bizleri sevindiriyor. ama olay sadece görüntüyle alakalı değil, müzikle beraber dadına varılabiliyor. Burdan soruyorum "Lo lo Mahzzssunn!!! Kardeşim sen neden böyle bir klip çektin?" ohh sordum rahatladım. İzleyenleriniz var mı bilmiyorum ama mutlaka denk getirip görülmesi gereken bir çalışma "dinle" klibi. yani bizim bildiğimiz mahzsun bir castin timbırleyk, bir destinys child, bir beyonce, bir boybend edasıyla süzülerek ardında kızlarla yürüyor, atılması gereken tripleri es geçmeden 50 hatunla dolu mekanlarda süzülüyor. eğlenmek için iyi bir fırsat... bir an önce izleyin...