Cumartesi, Aralık 15, 2007

olamaz böyle bir şarkı

the knife grubunun marble house şarkısından bahsediyorum. envai çeşit remixi ile kendisine hayran bırakan bir çalışma imiş. kendilerini tebrik eder başarılarının bir ömür boyu sürmesini dilerim

hebe hübe jay jay johanson....

fazıl say baştan....

öncelikle nerede yaşıyorum len ben diye sormak istiyorum. bizim yaşadığımız ülke ile bu kaymakların yaşadığı yer aynı mı? valla anlamadım gitti. adam gayet talihsiz bir açıklama ile islamcıların ülkeyi ele geçirdiğini ve yurt dışında yaşayabileceğini söylüyor. nerde bu islamcılar? ben neden hiç göremiyorum? islamcı ne demek? kapı kapı gezip din satan benim bildiğim misyonerler var, onlar da müslümanlıkla alakası olmayan işler yapıyorlar. bir de bilmem nereye yerleşecem de hava alanı bir buçuk saat uzaklıkta diye yakınıyormuş. vah ki ne vah. c.başkanlığı bunu davet etmemiş miş, e sen evinde duruyon mu ki, sabah kalkıp " anam ne çok mektup gelmiş bana" diye sabah kahveni içerken onları teker teker okuyasın.

hadi bunu geçtim kendisi fazıl say da bunun üstüne konuşan diğerleri daha da acınası haldeler. milliyet.com un yalancısıyım. aha da şöyle:

Güher-Süher Pekinel: Demokrasinin korunması, seçim sonuçlarına saygıyı da gerektirir. Herkesin, bu arada Fazıl Say'ın, hayatını kişisel tercihlerine göre yeniden yönlendirmek istemesini de saygıyla karşılamak gerektiği düşüncesindeyiz. Birey ve insan haklarına olan saygı, anayasal çerçeveye tüm şeffaflığı ile oturtulduğu zaman, toplum dengelerinin değişen hükümetlerle sarsılamayacak bir ortama kavuşacağına inanıyoruz.

çok ayar bir cevap olmuş. piyanist deel de politikacı olsalar fazıl sayın rüyaları gerçek olurmuş bu ülkede. onu gördüm ben...

Serra Yılmaz: Bugüne kadar hiç Türkiye'yi terk etmeyi düşünmedim. Düşünseydim, herkesten çok imkânım vardı, İtalya'ya yerleşebilirdim. Benim Türkiye ile ilgili olarak gördüğüm endişe verici şeyler şu andaki iktidarla ilgili değil, genel devlet anlayışımızla ilgili endişeler. İslamcılardan daha endişe verici olan demokrasinin gerilemesi ve milliyetçiliğin yükselmesi.

serra hanımı severim. iyi oyuncudur ki kendisinin dediği gibi istese çoktan italiyano olmuştu kendisi. ki genel devlet anlayışı diye bir şeye sahip olamadığımız için onunla ilgili endişe duyması da garipsenmiyor değil tarafımca....

Zülfü Livaneli: Fazıl Say gibi uluslararası bir sanatçımız Türkiye'yi terk etmeyi düşünüyorsa, onun bu açıklamasını Türkiye'ye bir uyarı olarak değerlendiriyorum. Onun "onlar kazandı" duygusuna kapılması çok önemlidir. Milyonlarca yurtsever ve üzgün insan bu duyguyu çok iyi biliyor.

zülfü livanellere gidesin diyorum. hasan cihat örter de vitüöz lakin pek aklı başında gibi gelmiyor bana. haksız mıyım? sen yıllarca adamları hor gör, köylü de. sonra birisi gelsin arkadaş o kadar da köylü değilsin(ki köylü ne demek o da bir garip) çanak antenlerinle dünyayı izliyorsun. sen de insansın desin sonra ortalık karışsın....

Yelda Reynaud: Olaylara her zaman pozitif bakıyorum. Bu ülkenin gerçeği buymuş ve ortaya çıktığına seviniyorum. Kendimize, "Biz çok aydınız, cumhuriyet var" diye daha ne kadar yalan atacaktık ki? Herkesin bir arada yaşamasından yanayım. Ülkeyi terk etmeye kalkmak, haklarımızı devretmek anlamına gelecek.

yeldacığım ise yara filmindeki performansı ile göynümde yer etmiş bir oyuncu olmakla beraber bu açıklaması adına üzülmedim diyemem. biz çok aydınız palavrasına destek veriyorum da cumhuriyet yok mu bu ülkede? nerde bu devlet nerde bu cumhuriyet? ortaya çıkan ülke gerçeğini tez konusu yapacak sosyoloji öğrencileri aranıyor!

Elif Şafak: Bir memleketi sevmek onun insanlarını gönlüne alabilmeyi gerektirir. Esas mesele farklılıklara küsmek değil, farklılıklarımızla beraber yaşamayı öğrenmek.

demiş elif. elif elif duyuyor musun? son yazdığın kitaptan hiç bişey anlamadım. karikatür felan hayrola? ilerleyen senelerde kendisini nobel için talihsiz açıklamalar yaparken görebiliriz. onu gördüm ben

Bedri Baykam: Açıklamasını okurken ister istemez şunları düşündüm: Siz siyasetle uğraşmazsanız, bir gün gelir siyaset sizinle uğraşır. Bir kısım insan geç de olsa uyandıysa, bugün burada mücadeleye başlamayı ve geçmiş pasifliklerini topluma unutturmalarını göze almalarını bekliyorum. İlgisizlikleriyle bu hale gelmesinde sorumluluk payı aldıkları bir ortamı terk edip gitmek çare değil.

bedri sen boyalarınla cebelleş diyesim geldi. ya da rahatladıktan sonra arta kalanlarla sergi felan aç?

yaaa işte böyle. ben de tepkiliyim. sıra yazmadan çamaşır makinesine kirlilerini atan arkadaşa. ulan dangalak c.tesi sabahı 8 de kalkmışım çamaşır yıkayacam diye. gitmişim adımı yazmışım 8-10 arasına. sen hangi ara kalktın da çamaşır attın len? ben de iyi yaptım kapattım makineyi lakin durulama evresine getirdikten sonra. artık temiz mi değil mi bilemem ama salak salak iş yapmazsın bundan sonra!!!!

hebe hübe kem küm

Cuma, Aralık 14, 2007

bi buldurun be

bana yunan arkadaş lazım arkadaş. şöyle elinde avcunda çılgın bir mp3 koleksiyonu olan. paylaşsın benlen onları mutlu etsin beni. sonra yetinmesin şarkıların ne anlattığını anlatsın. o da yetmesin bana yunanca öğretsin. bu kadarı yetsin :)

Cuma, Kasım 16, 2007

yazaryazmazyazanyazar

çok acayip bir iş bu yazı yazma mevzuu. yazmak istersin yazamazsın, hiç yazasın yoktur, oturur sayfalarca döktürürsün. ha anlamlı olur, ha anlamsız. zaten senin anlıyor olman yeter, başkaları anlasa ne olur anlamasa ne? insanlar oturup bir metnin ya da romanın başına nasıl yazıyorlar anlamıyorum. misal roman? nasıl yani? aylarını yıllarını masa başında oturarak ve yazarak geçiriyorsun. yazıyor, beğenmeyip siliyor, yeniden yazıyorsun.... yazdıklarını okuyup beğenmediğin tarafları düzeltiyorsun. sonra bunları kendin bi dosyaya doldurup rafa kaldırıyorsun... evet aynen böyle yapan insanlar biliyorum. adam oturmuş romanlar hikayeler yazmış, götürmüş matbaa da ciltletmiş (nasıl bir filldir bu?) kitap şeklinde vitrinine koymuş bekletiyor. kimselere de okutmuyor. en güzelini yapıyor. belki de fani okuyucuların ağızlarının suyunu akıtarak şakşakladıkları kitaplardan romanlardan cartlardan curtlardan daha sağlam bir şey yazdı adam ve bunu bencillik ve ipnelik olsun diye paylaşmıyor zavallılarla? olamaz mı yani? olabülüü de olamayabülüü de. bu durumda yapılacak bir şey de yok. onlar birisi adam öldükten sonra keşfedilinceye kadar vitrin süslemeye devam edecekler....

ben de ne zamandır oturup cidden bir şey ler yaz mak isti yorum. lakin bir türlü muaafffaak olamadum. bakın imla kurallarından ve de kelimelerin doğru yazılışlarından bile bi haberim. vay anasını.... hatta vay babasını....

...............hebe hübe kem küm.........

Cumartesi, Kasım 03, 2007

çok şaşırdım :)

ilk hotmail account uma ait space sayfasına doldurduğum blog yazıları geldi aklıma nerden geldiyse bıraktığım yerde duruyorlar mı diye bi göz atayım dedim. atmaz olaydım. çok fena. ne kadar basit ne çocuksu şeyler. peeh utandım kendimden. utancımı da paylaşayım :)

"tenbel:)" başlıklı bir yazı bu:
dolu dolu geçen günler, ilerisi için de aynısını vaat etmez.gerekliliklerin yerine getirilmesi gelecek günlerin garanti altına alınmasını sağlar. peki bu gerekliliklerin hayata geçmesine engel teşkil eden şeyler nelerdir? tembellik tek başına bu soruya cevap olabilir mi? Her zaman eksik giden şeylere aradığımız, bütün suçu üstüne atabileceğimiz nedenlerin arayışında bizlere sorun çıkartmayan tembellik, her zaman bizi kandıracak bir yol bulur.

beni de kandırabilecek mi acaba

---------------------------------------------------------------
bu "enteresan" başlıklı bir yazı (şunu da farkettim ki çok durum karşısında "enteresan"ı kullanıyorum. ne çok şaşırıyorsam artık):

öyle zamanlar var ki hayatta, insan ne tür yalanlar söylerse söylesin karşısındaki insanı istediği gibi yönlendiremiyor. Bu söylediği yalanın yetersizliğinden değil, karşısındaki insanı hafife alışından kaynaklanıyor. Bu yüzden her ne olursa olsun, kendisine ve de karşısındaki insana saygı duymayan insanların "foya"sı eninde sonunda açığa çıkıyor. Tabii ki bu "en- son" yalan söyleyenin değil, söylenenin insafına kalmış bir durum.

hayatta çoğu zaman bu durumla karşı karşıya kaldığımı hissediyorum. yapımdan ötürü gelen "deşicilik" sayesinde elimden geleni ardıma koymadan uğraşır
aklıma gelenin başıma gelmesine zemin sağlarım. ki olması gereken de bu olmalı. her insan,her söylenene kayıtsız şartsız inanmamalı. Günümüz insanı içinde bulunduğu durum dolayısıyla inanmaya olan büyük ihtiyacını, önüne çıkan herkesle doyurmaya kalkmamalı.

bir insandan ne bekliyorsanız, sizde ona istediğinizi verin ki "alış-veriş" tamamlansın. güven istiyorsanız güven, sevgi istiyorsanız sevgi, yemek istiyorsanız yemek :)))

-------------------------------------------------------------------------
"ben daha ne yapayım" başlıklı bir yazı, neye kızdıysam artık:

artık elimden başka birşey gelmez kardeşim. hiç huyum değildir kaçanı kovalamak. bir yere kadar umursarım, değer veririm ama umursanmadığımı gördüğüm an silerim gider. ki bu tavrımın ne kadar doğru ne kadar yanlış olduğunu tartışmaya gerek görmüyorum. bireysel sorunlarını bana yansıtan, daha doğrusu insanlarla olan ilişkilerine yansıtan elemanlarla işim olmasın bi zahmet. ben ne yapayım sorunlu adamı, zaten ben olmuşum kendim koca bir sorun. ara ara bulamadım pimi çekecek bi deli, yoksa şimdiye çoktan patlamıştım. uzun zamandır üzerinde düşündüğüm kafa yorduğum proceleri de hayata geçirmenin vakti geldi sanırım. yaş kemale erdi hatta kemal'i geçtim bile.bu durumda hangi baltaya kürdan çöpü olacam diye düşünmektense sapların arayışına balta olurum daha faideli. okuyan var mı bunları bilmiyorum ama yapacak daha iyi işleri vardır eminim.......

---------------------------------------------------------------------------
"ayna" başlıklı yazıyı daha önce yayınlamıştım burada da ama hoşuma gidiyor şerefsiz bir daha yayınlayalım:

- Bir tek seni anlayamıyorum. Kendime inandığım, kendimi bildiğim kadarıyla kimin yüzüne baksam, ne olursa olsun, birşeyler okuyabiliyordum, ta ki sana bakana kadar.- Neden ben? Daha önce böyle birşey başına gelmediğine göre, bundan önce yaptığın tespitler tam olarak doğru değildir bence. Bunu söylememin nedeni, kendine olan tam güvenindir.
- Hayır senden öncekiler yanlış değildi. Her zaman haklı çıktım. Seni okuyamıyor değilim, içini biliyorum ama bu yüzünden okunmuyor. Her insanın düşüncesi, onun yüzüne, yüzünün ayrıntılarına saklanır. Okumasını bilen bunları görür,okur. Ama senin yüzünde böyle bir giz yok. İçinde neler oluyor, ne düşünceler dolanıyor kafanda, bunları biliyorum ama bunu yüzünde görememem, sanki... Her neyse bir sorun bu benim için.
- Yerinde olsam önce şu gözlükleri çıkarırdım gözümden. Birde öyle bakmayı dene bana!- Ama gözlüklerim olmadan...- Dinle beni ve çıkar onları öyle bak.- Tamam, ama şimdi seni tam göremiyorum.- İşte ben, gerçek ben de bu zaten. Net değilim sınırlarım yok artık. Beni belirten çizgiler silindi uzun zaman önce.
- Bundan ne mana çıkarmam gerekli?- Bana böyle bakarken bende gördüklerinle birleştir aklındakileri, bütünleştir. Bütün bildiklerim, yaşadıklarım, hissetiklerim, beni böyle, bu bulanık hale getirdi. Birike birike içimdekiler dışıma sızdı ve bulandırdı beni. Anladın mı şimdi?
- Hayır böyle olmaması gerekiyor. Ben seni bulanık görüyorsam sende beni bulanık görüyorsun demektir. Beni tam okuyamıyorsun ve buda bizi çıkmaza götürür. Sen neden çıkardın ki gözlüğünü?- Ben değil sen çıkardın!!!- Anlayamıyorum , nasıl olabilir ki? Ben benim, sende ben?- Beni görmek için gözlüğe ihtiyacın yok ki senin.- Bunlara bir anlam veremiyorum. Biz aynı isek sorun ne?- İşte bende sana bunu anlatmaya çalışıyorum. Bakmakla görmek aynı şey değildir. Bakarsın ama göremezsin. Bunu bildikten sonra zaten nasıl bakman gerektiğini anlarsın.....

--------------------------------------------------
bu da "sonunda" başlıklı bir denemesemmidenesemmi ürünü (halime ye saygılar) :
Olmuyor bir türlü başaramıyorum.Ama neden? İstediğim şeyi yapmaktan alıkoyan nedir beni? Ayda yılda bir aklıma geldi,oturdum yapayım dedim. Bundan önce yaşadıklarımı, yaptıklarımı gözönünden geçirdim. Aslında o kadarda zor olmaması gerekiyordu. Yapmam gereken sadece verilen yolları izlemek ve istediğim şeyi elde etmekti. Bu konu hakkında o kadar çok program yapıldı ve yapılıyor ki,içinde olmasa bile insanın yapamaması için hiçbir sebep yok yani.Neyse oturdum,aldım elime gereken şeyleri ve başladım.Başta herşey o kadar basit ve kolay geldi ki bunuda çabucak yapabildiğim için kendimle gurur duymaya başladım. Ama nereden bilebilirdim ki sonunda başıma gelebilecekleri. Ne olduysa olmuş,olmamıştı yanlış olan birşeyler vardı ve bunun geri dönüşüde yoktu, herşeye baştan başlamak dışında.Baktım kendim yapamıyorum,ama ona o kadarda ihtiyacımda var, kalktım giyindim. Ama ne giyiniş. Ben ki öğlen gezmelerine bile saatlerce hazırlanan, günler öncesinden ne giyeceğine, giydiği elbiseyle hangi takıları takacağını hesaplayan bir insanım, benim için bu kadar önemli bir şey için,gözüm hiçbirşeyi görmez olmuştu. Lacivert pantoloumu, onun üstünede açık mavi uzun kollu bluzumu giyip kendimi dışarı attım. Nedense kendimde bir eksiklik hissettim,ve hemen merdivenleri hızla geri çıkarak aceleyle çantamdan anahtarlığımı çıkardım. Fakat bir türlü doğru anahtarı bulamıyordum, birden kendime sakin olmam gerektiği telkininde bulundum. Sonunda doğru anahtarı bulmuş(en son denemede) içeri girmiş, kendimdeki eksikliği gidereceğine inandığım mavi benekli tül şalımı almıştım. Tam çıkacakken kapının eşiğindeki vestiyerin sağına yerleştirilmiş oval şeklindeki aynada kendime bakmayıda unutmadım. Artık tamam sayılırdım,onun için hazırdım.Kendimi sokağa atmamla şaşırdım kaldım. İyi hoştu da,nereden bulacaktım onu. Aklımda bir kaç yer vardı ama daha önce hiç dışarıda yapmamıştım. Yapanları gördüğümde ise bu bana çok tiksindirici gelmişti, asla böyle birşey yapmam, bunun büyüsünü bozmam diyordum kendime. İyi ki de kendimden başkasına dememişim, yok birisi beni az sonra o işi yaparken görse, kimbilir arkamdan neler konuşulurdu.Birden bu düşüncelerden sıyrılıp kendimi bir dükkanın önünde buldum. İçeridekiler büyük bir zevkle sohbet ediyorlar,yapmak için geldikleri bu mekanda yapmak istedikleri şeyi yapıyorlardı. Cama yapışıp içeridekileri görmeye çalışırken,içeridekilerin bana şaşkın şaşkın bakan gözleriyle buluştu gözlerim. Ama o yoktu. O yoktu ama onun dışında neredeyse herşey orada gibiydi. Buna benzer onu bulabileceğim bütün yerleri dolaştım umutlu bir şekilde,bir iki tanıdığa rastladım ama onlara sıkılıp biraz dolaşmaya çıktığımı söledim. Artık sabrım taşmak üzereydi. Vakit geç olmuştu ve ben hala onu bulurum ümidiyle geziniyordum. Sanki onu aramaya çıkacağım anlaşılıp nerede ne kadar varsa hepsi ortadan kaldırılmıştı.Canım çok sıkkın bir şekilde eve döndüm, üstelik o kadar yorulmama rağmen onu bulamamıştım. Eski eşimle boşandığımızda bile bu kadar üzgün olduğumu hatırlamıyordum. Ama ne yapabilirdim ki, elimde değildi bir kere aklıma düşmüştü. Yapılacak işleri umursamadan bende oturdum gecenin o saatinde yeniden başına oturdum ve uzun uğraşlar sonunda yaptım ve rahatladım.neden oturup bir daha yeniden yapmak aklıma gelmemişti. Kendime çok kızdım,nede olsa eninde sonunda evde kendim yapmıştım. O kadar yorulduğum da yanıma kar kalmıştı.Belki anlaması zor gelebilir ama bir tabak bulgur pilavının beni bu hale getireceği aklımın ucundan geçmezdi
----------------------------------------------------------------
bu da "karalamalar" başlığından:
Öyle zamanlar var ki hayatta, insan ne tür yalanlar söylerse söylesin karşısındaki insanı istediği gibi yönlendiremiyor. Bu söylediği yalanın yetersizliğinden değil, karşısındaki insanı hafife alışından kaynaklanıyor. Bu yüzden her ne olursa olsun, kendisine ve de karşısındaki insana saygı duymayan insanların "foya"sı eninde sonunda açığa çıkıyor. Tabii ki bu "en- son" yalan söyleyenin değil, söylenenin insafına kalmış bir durum. Ama siz gelinde bunu yalan söylemeyi marifet sayanlara anlatmaya çalışın. Ne derseniz deyin onları doğru olanı kabul etmeye yaklaştıramazsınız bile. Çünkü öyle bir duruma gelmişlerdir ki her şeyin en iyisini onlar bilir, her durumun üstesinden gelmesini onlar becerir ve her söyledikleri yalanla gerçeğe bir adım daha yaklaşmış olurlar. Siz acizliğinizle onların sebep oldukları anaforda döner durursunuz, bütün suyun akıp gitmesini bekleyerek.
Hayatın kendisinin büyük bir yalan olduğunu savunan insanları da görmüşsünüzdür. Onlar için durum sanılanın aksine çok eğlencelidir. Varsa yoksa kendileri için çabalar, kendileri için üzülür, kendileri için yaşarlar.Gerisi boştur onlar için.Burada yaptıklarının hediyesini bir sonraki hayatlarında alacaklar ve onu da çok güzel bir şekilde harcayarak daha sonraki yaşamlarını garantiye alacaklardır. Sonu olmayan bu döngü inancı onların başka şeyler için çabalamasını, düşünmesini engeller. Fark ettiğiniz üzere onlarında bir inanca, bir şeylere inanmaya ihtiyaçları vardır. Hangimizin yok ki? Çok küçük bir terslikte bile hemen, bizden büyük ve de yüce bir güce sırtımızı dayayarak geçmesini bekleriz.
***
Beklerken sıkılmayayım diye kendi kendime uydurduğum oyunlarında bitmesiyle “ne olacak şimdi?” diye düşünmeye başladım. Vakit ilerliyor acımadan ama beklenenlerden ses yok.off larla beraber saniyeleri sayıyorum. Her bekleyen amacına ulaşıyor, geçip gidiyorlar yanımdan mutlu bir şekilde. Artık buna bir son vermenin zamanı geldi. Geldi hatta geçiyor. Ne yapalım kısmet değilmiş. Artık bundan sonra da kısmet olur mu bilmem….
***
Limanlar her zaman umut olmuştur yüreğine insanın. Hiç bir zaman, açıkta kalmak insanı mutlu etmez. İlla ki ayakları sağlam bir yere basmalı. Ama emin midir ki o sağlam dediği kara parçası onu hiç beklemediği bir zamanda sarsabilir. Fırtına öncesi sakin deniz misali, suskun olan toprak onun ayakları altında isyan edecektir.
***
Bunalıma ya herşeye sahip olduğumuz için ya da birşeylere sahip olamadığımız için düşeriz. Bu buhranlar kendilerini fiziki olarak belli ederler. Gerek hal ve hareketlerinizde gerekse bedeninizde. Yapılacak işleri tüketen insanlar farklı ve toplumun alışık olmadığı işlere yönelirken, henüz birşeyler elde edemeyenler ise daha da karamsarlaşarak tembelliğin sınırlarını zorlarlar. Günümüze mahsus bir durumdur bu. Iyiye değil kötüye gitmektedir.
***
Arkadaş sahibi olmak, aynı şeyleri düşündüğün, aynı şeylerden zevk aldığın, benzer durumlarda endişe duyduğun birilerinin varlığını bilerek yalnız olmadığını hissetmenin garantisidir


Hayatlarını zevk almak adına yaşayan o kadar çok insan var ki, hiçbir inancın bağlayamadığı bu insanlar zevk almak için verdikleri “tatlı mücadele” de birçoklarının ayağını kaydırmakta bir sakınca görmüyorlar. her şeye saygılı geçinen bu insanların kendi çıkarları uğruna yapmayacakları şey neredeyse yok gibi. Birinci tekil şahıs eklerine sahip eylemlerden(yaptım, ettim…) büyük haz alan bu insanlar bizim kendimize geçerli kıldığımız kurallardan muaflar mı ki?

İnsan için anlaşılması zor mahluklardır deriz, peki hiç anlamaya çalışır mıyız? Karma karışık duygular, mantıksız davranışlar bizim için çözümlenmesi zor olan vakalar gibidir. Halbuki basite indirgersek her şeyi, anlaşılmayacak bir durum yoktur ortada. Formül çok basittir. Ama bunu anlamak yıllar alır. Bir öğüt gibi aktarılamaz, tecrübeyle elde edilir ancak.

Varlığından şüphe duyduğumuz şeylerin gerçek olduğuna dair deliller ortaya çıktıkça, kendimize olan güvenimiz sarsılıyor. Ya açık olana inanmamaktan ya da sahte olanı fark edememekten dolayı kendimize olan inancımız ve güvenimiz sarsılıyor. Ve daha sonrası için, daha dikkatli olmaya çalışırken, daha çok hata yapmaya başlıyoruz.kendimizden uzaklaşıyor, ruhumuzda yama tutmayan delikler açıyoruz.

Yalnızlıktan zevk aldığım zamanlarda mevcut şu hayatta. Hep beni sıkacak değil ya tek başıma olmam. Herkesin insanların, kuşların, arabaların sustuğu saatler benim saatlerim. Dinlemek istediklerimi anlamamı sağlayan saatler. Kendimi dinliyorum, geceyi dinliyorum, sevdiğim şarkıları dinliyorum ki bu şarkılar benim duyularımı keskinleştiriyor. Daha iyi görüyorum, hissediyorum çevremi, o uyuyor olsa da. Anlıyorum onu, paylaşıyorum yorgunluğunu. Ve gün uyanıyor. Ben uyuyorum.

Özlemini çektiğim şeyler o kadar yakın ki, bilmeden dibimdeki şeyleri özlüyorum. Serin bir akşamüstü balkonda oturup güneşin batışını izlemeyi, bulutların renkten renge girmesini izlerken soğuğun burnumun ucunu kırmızı yapmasını özlüyorum. Sabah namazından sonra doğmamış günü beklemeyi, güneşin ilk selamladıklarından biri olmayı, günle beraber ısınmayı…….
Sıcaktan kuruyan boğazımı bir bardak buz gibi suyla serinletmeyi….
Elektrikler kesildiğinde yıldızları seyretmeyi…..
Annemin hazırladığı sabah kahvaltısı ardından koştura koştura okula yetişmeyi, hepimizden önce uyanıp sobayı yakmasını özledim.
Mevsimlerin değiştiğini fark etmeyi özledim, yaprakların sarardığını, havaların soğuduğunu, üstsüz kalan ağaçları, göç eden kuşları, sürünün V şeklini bozan gıcık kuşları,
Parlayan ama sadece içimi ısıtan güneşi, ılık ılık esen rüzgarları, yeşeren dağları…..
Bayram için hazırlık yapan öğrencileri özledim….
Ve daha bir çok şeyi özledim. Ama bunlar yanı başımda, her zaman bildikleri vakitlerde ortaya çıkıyorlar ve biz buradayız diye çırpınıyorlar. Ne olduysan artık onları görmez olmuşum. O heyecanları anlık yaşıyorum bir anda aklıma gelip tatlarını bırakıyorlar damağımda.doyumluk olmuyor bu ziyaretler hiçbir zaman.

Hani bazen uykunuz kaçıyor ya gece yarıları, işte ben o zaman uyuyorum. Sizden çalıyorum uykuyu. Çalarak yaşıyorum hayatı. Yediğinizden zevk almıyorsunuz ya, ben o zaman doyuyorum. Siz yorgunken ben zinde oluyorum, siz hasta iken, kıpırdayamazken ben sapasağlamım. Hayatı sizden çalıp yaşıyorum. Sizin benden aldıklarınıza karşılık….


Hayatta sinir olduklarımın başında sözlerimin havada kalması geliyor. Cevap alamamak, dinleyen bulamamak beni çıldırtıyor. Yazdığım mektuplara, maillere, telefon mesajlarına cevap gelmediğinde, sorduklarım cevapsız kaldığında yapacak şey bulamıyorum. Elim ayağım birbirine dolanıyor, kendimi salak gibi hissediyorum. Elimde olsa beni cevapsız bırakanları teker teker ortadan kaldırırdım ki tekrar cevapsız bırakmasınlar beni……
------------------------------------------------------------------
"yardım edin" adı altında yazılanlar:
Kişilik karmaşasından yararlanmak için çok uygun bir zaman dilimindeyiz. Herhangi bir kitapçıya girdiğimizde onlarca kendine yardım kitabı görürsünüz.Bence bu,çağımız insanının kendini tanımaya vakit kalmadan hayata atılmasından kaynaklanan kaybolmuşluğu yok etme çabasından başka birşey değil. Öyle ki daha kendimizin farkına yeni yeni vardığımız dönemlerde,hemen okul başlar ve hiç bitmek bilmez bir biçimde,hayatımızın ve benliğimizin etrafını yüksek duvarlarla örer.Daha ne olduğunu anlamadan sorumluluklar başlar ve bu ölene kadar devam eder. Temel içgüdüleri doyurma çabası insanı kendinden uzaklaştırıyor. Bu da yeni bir hastalığa,kişilik karmaşasına götürüyor insanı. Bir düşünün tam olarak ne için istek duyuyorsunuz,ne yapmak size zevk veriyor ve bu isteklerinizin ne kadarını yerine getirebiliyorsunuz? Eminim bunları yapan şanslı bir azınlık vardır ama diğerleri için aynı şeyi söyleyemeyiz. Bu durumdan faydalanmak için birçok kitap yazılmıştır bence.Geçenlerde bunlardan birkaç tanesini elime alıp inceledim.Bir tanesi herşeyin cinselliği tam manasıyla yaşayamadığımız için kendimizi yetersiz,rahatsız hissettiğimizi söylemiş. Cinsel ilişkinin sadece üremeyi değil ,ruh dengesini sağlamayı, enerji ile dolmayı sağlamak için yapılması gerektiğini söylüyor.Bir diğer kitapta ise birçok hikayeyle desteklenmiş ‘Kendi rotanızı çizin,mutlu olun,gülümseyin,kendinizi bulun’ öğütleri veriliyor.Ve bunlar gibi birçok kitap...Bu kitapların insanlara ne kadar yararı oluyor bilemem ama savunduğum şey şudur;İnsana kendisinden başka kimse yardım edemez,herkes kendi derdindedir,atalarımız ne güzel demiş el elin eşeğini türkü ile arar diye
------------------------------------------------
"kuyu":
Geçmek bilmeyen bir acıdan muzdarip olmak.Belkide en zor yanı bu hayatın.Sürekli aradığın çareyi bulamamanın verdiği ümitsizlikle geride kalan yaşama isteğininde sönüp gitmesi.Ne kadar acıdır bilemez kimse,bu acıyı yaşamadan.Varoluşunu sorgulama gafletine düştü mü insan,artık bitmiştir,herşey geri dönüşü olmayanbir yola sapmıştır.Ne ,neden sorularını aklında yineleyip,ruhunun en derinlerine kadar ızdırap çeken insanı ne kurtarabilir ki?Bir yol bulup çıkamadığı ruhundaki o kuyudan dışarıya seslenir durur,ama sonuna geldiğini anlar çünkü kimse duyamaz onu kendisinden başka.Bir uğultu gelir kulağına,bu onun sesidir.İlk düştüğü gün söylemişti bunları 'Yardım edin kurtarın beni'.Anlar ki boşuna yardım istemiştir bunca zaman çünkü tüm yakarışları,feryatları ona geri dönüyordur birer birer.Karanlığa da alışmıştır artık.Kabullenmeye başlar ve anlar ki dışarı çıkarsa herşey buradakinden daha zor olacaktır,yıllardır görmediği ışık gözlerini kamaştıracak azda olsa önceden gördüğü,hissetiği,kokladığı,sevdiği dünya daha da anlaşılmaz olacaktır onun için.Uzun zamandır burada olmamanın sonucu olan yabancılık hissinden bunalıp tekrar o kuyuya dönmek ister.Beladan,yargılayan yabancı gözlerden uzak,o karanlık,sessiz ve tek başına mutlu olmayı,daha doğrusu mutlu olmanın ne demek olduğunu anlamaya başladığıyeri ister.Tıkanır nefesi bir yerde.Ve tekrar karanlıktadırAma bu o eskiden içinde yıllarını geçirdiği o karanlık küf kokulu nemli kuyuya benzememektedir.artık ayakta durmadan bekler karanlıkta uzanarak,yeri dardır eskiye oranla ama artık biliyordur ki burada daha rahattır ve onu çağırması gereken sesi bekler,anlamıştır ki yalnız başına verdiği kararlar onu mutlu etmez.Bu yüzden kendine seçtiği rehberin sesini bekler feryat etmeden,korkmadan,huzur içinde
----------------------------------------------------------

Salı, Ekim 30, 2007

amman sabahlar olmasın

pınarcığımın uyarısı dolayısı sebebi ile bir alttaki yazımızın ardından yaşananlar sansüre uğramış bir şekilde yakında ekranlarınızda...

Cumartesi, Ekim 27, 2007

İnanılmaz ammavelakin GERÇEK KESİT

kalktım istanbula geldim. acayip sıkıldım nedendir bilinmez. pek bir şey anlayacağımı sanmıyorum bu hafta sonu kaça mağından.... bir an önce okula gitsem hiç fena olmayacak. yani istiklal de girmiş, bir internet cafe den bunları yazıyorum. düşünün artık siz....

Cuma, Ekim 26, 2007

var bir gariplik



şimdi oturdum işim gücüm yokmuş gibi, kardeşimin ödevini yapıyorum. ki bu kendisi için hazırladığım ne ilk ne de son ödev. bilinçli aile dayanışması çerçevesinde sömürülürken, diplomasında adımın da yazılmasını talep ediyorum. fena mı olur kimya nın yanına bir de türkçe örtmen diploması. neyse efendim. konumuz öykü yazmak. lakin bu öykü ilköğretim öğrencilerinin algılayabileceği bir seviyede olmalıymış. öncelikle bu ödevi veren hocaya sormak istiyorum. ülkemizde belirli yaş gruplarına tavsiye edilebilecek, onların seviyesinde yazılmış kaç eser var? biz bunlardan kaç tanesini okuyarak büyüdük? her yerde anlatırım, küçücük bir çocuğum (küçük dediğime bakmayın yaş 12-13 sanırsam) Ömer Seyfettin beyin yazdığı öykülerden derlenmiş bir kitap okuyorum. kaşağıydı, beyaz laleydi derken zaten bozmuşum psikolojimi, bunun üstüne bir de adamın birinin genelev macerasını özet geçen bir hikaye de okumuş "töbe töbe" demişliğim de vardır. neyse efendim diyeceğim o ki, biz çocukkene, küçükkene bize hitap eden şeyler okuyamıyorduk. elimize ne geçerse okuyorduk. aman psikolojisi bozulmasın çocuğun, çiçekli böcekli şeyler okusun diye bizi yönlendirecek bir örtmen ya da büyük de yoktu çevremizde. hadi bunlardan geçtik, tamam bir öykü yazalım en eğiticisinden, öğreticisinden. bu yetmiyor kardeşimin hocasına. öykü mevlana hazretlerinin yazdıklarıyla benzerlik gösterecekmiş. masalsı olacakmış, ders verecekmiş. oldu annem, oldu canım, oldu bidenem. nasıl yazayım ben öyle şeyi. hadi ben kendimden geçtim, kardeşim nasıl yazsın ulan? hadi kardeşimden de geçtim, onun sınıf arkadaşları nasıl yazsın? kim yazsın? o kadar biliyorsan yaz sen, kitap halinde ilköğretim bebelerine sat. bu kadar ulvi bir amaca hizmet ettiğin için hayır duası da almış olursun. o tarz bir şey yazmak kolay mı sanıyorsun? şştt alooo kime diyorum ben?

oturdum ben de, google dan yardım istedim. sağolsun sayfalar dolusu seçenek çıkarttı karşıma lakin bunlardan hiçbideneciği benim işime yaramaz. bu arada işime yarayabilir düşüncesiyle okuduğum öykü denemeleri de beni benden aldı. arkadaş iki kitap okuyanın içine düşüyor yazma ateşi, adamlar kavrulalım, yanalım anca pişeriz demeden, başlıyorlar yazmaya. "saat 2 yi gösteriyordu. dışarıda g.t donduran bir soğuk vardı, dişleri bir birine çarparaktan, tir tir titreyerekten, bade de süzerekten ağır ağır sokakta ilerlemeye başladı. işte o sırada duydu o acı çığlığı........" diye gidiveren, " kötü adamların elinden kurtadığı mahmure ile, uzaklara çok uzaklara taa uzaklara kaçtılar. bir çiflikte çalışmaya başladılar. bütün gün sabbbahtan ağşama değin ter içinde kalıyorlardı lakin onların bu yprgunluğunu unutturacak dünya datlısı da bir bebeleri vardı" şeklinde biten acayip karalamalar mı dersin ne dersin bilmem. internet bunlarla dolmuş taşıyor. kişiler profil oluşturuyor, rumuzları altında öyküler yazıyor. bi tanesinde 112 öykü vardı yayında olan. yuh dedim oha dedim. ulan Sabahattinim Alimin bile o kadar öyküsü yok. sen nereye yazıyon, nerenle yazıyon? diye sorasım geldi. lakin üye olmam gerekiyormuş. uğraşmadım.

siz siz olun, kitap okumayın, okunmasını da gerektirecek bir işte, bölümde bulunmayın. abilerinize, ablalarınıza yazık etmeyin.....

hebe hübe kem küm öykü....

Perşembe, Ekim 25, 2007

Uykumu bulana ya da getirene 100 bin lira veriyorum



-Uykuya dalmakta güçlük
-Gece uykudan sık uyanma ve tekrar uyumakta güçlük çekme -Sabah çok erken uyanma
-Dinlenmemiş uyanma

(ne kadar tatlı uyuyor kerata, sen mi çaldın len uykumu)




Bak sen şu işe. Ne kadar enteresan? Hatta bir o kadar da garip!



Madde bir bakımından benim üstüme örnek bulunamaz. Yok eminim. Yatağa giriyorsun, dön baba dön, dön baba dön!!! Olmuyor, olamıyor... Uyuyamıyorum.



Madde iki açısından bir sorunum yok çünkü zaten uyuyamıyorum. uyusam uyansam, rüyalarda dolansam! nıch ben de böyle bir sorun yok canım


Madde üç... Sabah çok erken uyanma değil de, sabaha karşı uyuma ile karşı karşıyayız sevgili okuyucular. Sebebi malum, karga b.kunu yerken, bünye anca rahatlıyor-uyuyor.



Madde dört beni benden aldı. hah tohtur bey. bende de aynısından var. böyle uyanıyorsun ama hala kendinde değilsin, uyuma ile uyanıklık arasında, arafta kalmış gibi gibi (gibi gibiyim gibiyim gibi gibi gibiyim) hissediyorum. Ne biliim sanki yatsam daha uyurum ya da soğuk suyun altına girsem ayılırım gibi bir hal var...



Yukarıdaki maddeler çerçevesinde kaybolan uykumu arıyorum. kaçırılmış olmasından şüpheleniyoruz. hala fidye için aramadılar. hayatından endişe duyuyorduk. artık ümidimiz kalmadı. o derece çaresiziz. görenlerin ya da duyanların derhal bu bloga yorum girmesini rica ederiz.
Bu da aynen kafamı yastığa koyduğum ki hal. yalnız koyunlarımı da çaldılar. onları bulursanız kesip afiyetle yiyebilirsiniz.
hebe hübe kem küm

Çarşamba, Ekim 24, 2007


geldi sonbahar

sarardı yapraklar

e doğal olarak döküldü de yapraklar

kafiye uysun diye yine yazıyorum yapraklar


hebehübekemküm yapraklar....

garibime kaçtı

şimdi çok saçma gelecek ama, bir hafta öncesine kadar gündemi meşgul eden tek şey referandum idi. daha sonra referandumla aynı gün, hiç beklenmedik bir şey oldu ve doğu da terör patlak verdi. gündem birden tamamı ile terörist avı ve kuzey ırak a yöneldi. referandum ile ilgili her şey unutuldu gitti. ya referandum önemsizdi, ya da biz fazla abartmıştık öncesinde. bu ülke enteresan olaylara gebe....

Pazartesi, Ekim 22, 2007

kendini bi halt sanan blogger lar

var efendim böyleleri. eskiden beridir var. hatta blog olayına girişmediğimiz zamanlarda da vardı bunlardan. sohbet kanallarında merhaba dersiniz , ses soluk çıkmaz. " ben seçilmem seçerim" düsturlu bu insancıklar (ki genelde bağyan kısmısına tekabül etmekte) öyle her önüne gelenle muhabbet etmezler. ki kendileri 2 lisans programını birincilikle bitirmiş, üstüne yetmezmiş gibi 3 tane de ayrı alanda master yapmışlardır. entelektüel dağarcıklarına bir göz atmak isterseniz, kaybolur gidersiniz alimallah. piyasaya çıkan ne kadar kitap varsa bunlardan sorulur. ne kadar film vizyona girdiyse bunlar izlemiştir zaten gösterime girmeden. avrupa sinemasında birer auteur dürler. ellerine su dökemezsiniz. verseniz ellerine kamerayı, ışığı, angelopolous, kieslowski ne kalır yanlarında. işte bu kişiler, sohbet odalarından kurtulup kendilerini daha geniş kitlelere, büyük bir şevkle sunmak için blog alemine daldılar. yazdılar, çizdiler. bir çevre edindiler. sonrasında bişeycikler olmadı. öylece devam ediyorlar. benim canımı sıkan kısmı şu ki (sadededede geldim) bunların bloguna yorum yazmak gibi bir salaklığa yeltenirseniz havanızı alırsınız. sizin gibi aşağılık, salak, yeteneksiz, dünyadan bibaher, ye-iç-yat dışında etkinliği bulunmayan canlı formları kim olur ki onların yazdıklarına yorum girer. peehhhh. densizler sizi. hatta saygısızlar!!! ne yapıyorsun hemşerim diye biri de çıkıp, ağızlarının payını vermiyor. ben de böyle ulvi bir amaca hizmet etmek istemiyorum. ki öyle bir işe giriştiğinizde de "ay kıskanç nolcek" ya da "sen kimsin ya, salagh" gibisinden, dağarcıklarının derinliğinden geldiği belli olan enteresan sayıklamalarla sizi savuşturmaya çalışırlar. o yüzden onlar kendi tarikatlarını genişletmeye ( ki bu tarikatın üyeleri de şakşak çılardan ibaret) devam ederken, siz de "ulan salaklık bende, ne demeye elin salağına yorum yazıyorum" diye üzülürsünüz. üzüldüğünüzle kalmaz bir de bunu elaleme blogunuzda anlatırsınız.

rahatladım oh be :)

hebehübekemküm

Cumartesi, Ekim 20, 2007

Ve Bu Ayın Bombası

valla gördüm aldım hemen 30 sayfa okudum sokakta. sonra dedim bunu şıp diye bitirmiiim ki sonra ortada kalmayalım. o yüzden günde 10-20 ile sınırladım kendimi.

hebele hübele kemküme kem


bir de burdan bak

kitap iyi güzel hoş, filmleri de idare eder. lakin heari pot'ıı ı oynayan daniel radcliffe eşşek kadar oldu. son iki filmde oyuncu değişikliğine giderlerse halımız nice olur.
neerdeeeen nereyeee di mi pıtırım...
------------->

hayri pıtır'a nolmuş?


bu sorunun cevabını dün alıp bugün bitirdiğim serinin son kitabında bulamadım. heari pot'ıı gençliğin verdiği engellenemez agresiflik ile ona buna çıkışıyor, uslu çocuk kıvamından son kitapta kopuyor izlenimi veriyor. lakin son sayfalarda " ahh annem heari sen ne şeker şeymişin" diye tekrar edip duruyorsunuz. ben hiç ergenlik sorunlarını pattadanak bitirebilen çocuk görmedim. giderayak problemlerinden arınmış, gençliği sorunsuz tamamlamış olması sanırım yazarımızın seriyi okuyan bebelere bir öğüdü. "beklenmedik çıkışların olabilir, ona buna terslik yapabilirsin lakin 17 dedim mi bunları bıracaksın, bırakmalısın" mesajını çok göze batmaz bir şekilde bizlere sunan yazarımız, servetine servet katarken, biz de mutlu mesut sonların biz de vuku bulan kırıklıkları ile tebessüm ediyoruz. genel bir özet geçecek olursam son kitapla ilgili, valla o kadar sayfayı boşuna okudum. yani olayların özetini de içeren bir 100-150 sayfalık versiyonu çıksa daha çok hoşuma gidebilirdi. oraya buraya serseri mayın tanecikleri gibi kaçışıp durmalarını, sayfalarca "bakalım sonunda bişi çıkıcak mı?" diye oku, sonra gel bütün olaylar 100 sayfa bile tutmayan kısımda çözülüversin. çözülen sadece son kitabın içeriği olsa neyse, anam 7 kitap boyunca karşımıza çıkan acayip halleri, son sayfalarda bizlere anlatması ise üzücü. ben daha fazla bilgi istiyorum ulen nesneler, büyüler bilmemneler hakkında diye feryat figan olmasanızda serzenişlerde bulunmanıza sebebiyet veriliyor. eminim ki, bundan sonra heari pot'ıı ve bilmem ne diye kitaplar çıkmaz lakin, o dünyaya ait, efsaneler, büyüler, uçanlar kaçanlar içerikli kitaplar önümüzdeki yıllarda bizimle buluşacak. yani ben olsam yazardım böyle şeyleri. daha fazla paranın ne zararı var canım :)
hebe hübe kem küm

bulgar müzükleri fiyaskosu

canlarım devamını yazacaktım lakin dinlemek pek içimi açmadı geri kalan bulgar şarkılarını. o yüzden elinizde azis le yetinin. yetinmeyi bilir misin? geliyor ışın karaca dan

Perşembe, Ekim 18, 2007

bulgar müzüklerinden seçmeler - 1



başlık altında inceleyeceğimiz şarkıcılardan ilki Azis isimli cinsiyeti belli olmayan (ki belli ya neyse) beyimiz. İlk dinlediğinizde yanık sesi sizleri yavaş şarkılarda alıp taaa bulgar diyarlarına sürüklese de, resmini gördükten sonra o diyarları hemen terk etme isteği uyanıyor insanlarda. uzaktan dinlerim, dalar giderim demeye başlıyorsunuz. yoksa oralarda başınıza ne gelir bilemem. dikkatli olmak gerekiyor. ama işin gerçeği, güzel şarkıları var. böyle oynamalı, çalkalamalı ortamlara iyi gider. canınız sıkıldığında "iki göbecik atam, kendimi bulam" şarkılarına diyecek yok. zaten coğrafi bakımdan yakınlığın verdiği müzikal benzerlik sonucu, sözleri anlamasanız da, melodiler kulağı tırmalamıyor. bulabilirseniz bir iki şarkısını dinleyin derim. gerisi gelmesin. bizim fatih ürek'imiz var, aydın'ımız var. hiç değilse onlar bu kadar coşmadı...

Çarşamba, Ekim 17, 2007

200. Yazım

bu blogtaki 200. yazımı yazmaktayım canlarım. 200 olmuş. çok olmuş. türkiye yenilmiş, fatih derim coşmuş. memmet oreylio milli marşımızı kötü söylemiş tepki almış, roberto da iyi koşamıyormuş daha hızlı olabilirmiş. rtük bu şikayetlerle boğuşurken, ben feysbuk ta taş kaat makas ile cebelleşmekteyim. olsun o kadar. kantinde tuzlu ayçiçee çekirdeği kalmamış, kabağa talim. eti cinim bitmiş bir tane de ondan aldım. kakolusüt üm de bitti. yarın gidip ondan da almam lazım. pantolon almak için 3 kere alışveriş merkezlerinde cirit attım lakin bedenime göre istediğim pantulu bulamadım. sonra gökten iki levis düştü. sevindirik oldum onlara sarılıp uyuyorum. selçuk altun un 3 romanını kütüphaneden aldım. birisini okurken sıkıldım. çok ayrıntı vermiş. kınadım. lakin içinde geçen bir iki düşünceye tav oldum devam ediyorum. romanın kahramanı da benim gibi okuma düşkünü bir kitapçoksever. lakin benim gibi klasiklere gıcık. ki haklı sebeplerini de sıralamış. yok aslında bir sebep var. onu da kitabı okuyanlar öğrenir. okumayanlar hiçbişi kaybetmez. bu akşam yemeğinde ilk defa tıka basa yedim. kendimden geçtim. maden suyu içtim. afedersin geğirdim. lakin ağırlık şimdi şimdi geçmeye başladı. yeni bir oda arkadaşı edindim. hemşehrim. üstelik o da avşar :) at çalmaya gidiciiik beraber sözleştik. daha daha dersler dersler dersler demek isterdim lakin bu tekerlemenin başına buraya yazamayacağım uygunsuz küfürleri de ekleyerek söyleniyorum. taaa........ dersler dersler dersler. mezun olup ne edeceksem. çok lazım kıçı kırık bir diploma sahibi olmak. peeehhh. şair burada ne demek istemiş? nerden biliim lan yazarken yanında mıydım diye cevaplamadığım sorular için üzgünüm. kompozisyone yazmak için kastığım, giriş-gelişme-sonuç taslağına uyduğum için de. kısıtlamalarla edebiyat yapılmaz diye haykırmak istiyorum bakan çelik'e. müfredatı değiştirirler mi acaba? pilot il van olsun.....

hebe hübe gak guk

Pazartesi, Ekim 08, 2007

Düştüm MySpace Çukuruna

düştüm ki ne düştüm. uzun zamandır görmezden geldiğim, göz ardı ettiğim " globalleşek, kaynaşak" içerikli sitelerden uzak dururken kaçırdığım güzelliklerin farkına vardım. elemanlar yapıyorlar müziklerini koyuyorlar MySpace sayfalarına. gir dinle. yeni yeni şarkıcılar, gruplar keşfet. valla beyendim. takdir ettim. amerikan ve ingilteren listelerine bağlı kalmayıp, alternatif seslere de kulak kabartabiliyoruz. o lala ne ala



hebe hübe kem küm

Cumartesi, Ekim 06, 2007

Şimdi Aydım




babam ve oğlum malumunuz iyi bir film. ağlamak ve de gülmek için. salya sümük yarılırken gülmeye başlamak enteresan bir duygu. her seyrettiğimde ya da göz ucuyla baktığımda ise gözlerimi dolduran bifilm. neyse eskiden beridir bilenler bilir dicem de kimse okumadığı için burayı, kimse bilmez. hani denk geldin de okuyorsan ben eskiden arkadaşlık sitelerindeki profillere bakar göynümü eğlendirirdim. yine yaparken fakettim ki babam ve oğlum neredeyse her profilin vazgeçilmez filmi. şaşırdım dicem de şaşırmadım. benim profilimde eksik kalmış onu tamamlayayım dedim :)

Cuma, Ekim 05, 2007

Civcivlerin Gözü Önünde


ekşide denk geldim yarıldım. paylaşmak istedim (tabii ki burayı okuyan kendimle. başkasının bakmadığı malum. kendim çalıp kendim oynuyom)
hebe hübe civ civ

Pazartesi, Ekim 01, 2007

Yetersiz Veri ye bir Şevval Kampanyası


Arkadaşlarım, canlarım. hani olur ya gözünüze takılır, tanışırsınız felan. olur ya dünya hali. kendisi olmasına lüzum yok. sesi ve şekil itibari ile benzerlik (ki bu yüzdeye vurulacak olursa şöyle %80 i geçsin oran) sahibi olan bağyanları beklerimmm. yönlendiriniz
hebele hübele şapır şupur

Cumartesi, Eylül 29, 2007

tozu dumana kattık


arkadaş odtü odtü olalı böyle konser görmemiştir. kalıbımı basarım. goran bregoviç ve orkestrası resmen yıktı geçirdi ortalığı. tozu dumana kattılar. ben o kadar kalabalığın hep beraber hoplayıp zıpladığını görmedim daha hiçbir konserde. valla eridim bittim o derece. her sene gelsin bunlar odtüye. odtü dedim çünkü salon konserlerinde malak malak oturup izlemek ne dinleyeni coşturur ne de çalanı. adam kaç kere lütfen sakin olun diye bizleri yatıştırmaya çalıştı... helal olsun valla.



hebe hübe kem küm

Cuma, Eylül 28, 2007

yaz babam yaz

yalnızlığın zor olduğu anlar var. bu da onlardan birisi. çabuk geçmesini istiyor muyum bilmiyorum. bildiğim şeylerden de emin değilim. emin olmadığım zaman inanmayı istiyorum. herhangi birşeye , birisine. ama içinde bulunduğum durum bunu imkansız kılıyor. etrafımdaki insanlara bakıyorum. kendilerini meşgul eden şeylere o kadar bağlanmışlar ki, neye bağlandıklarının bile farında değiller. kendilerine verilen zamanı ve hayatı doğru şeyler için harcadıklarına inanıyorlar ya da inanmak istiyorlar. ben de inanmak istiyorum ama bu benim için o kadar da kolay olmuyor. inanmaya çalıştığım değerlerin her gün gözlerimin önünde yanlış çıkmaları bunu daha da zorlaştırıyor. yalnızlık ve zorluklar. bu hayatı bunların üstesinden gelmek için yaşıyoruz aslında ama kaçımzı bunun farkında? farkına varanların varlığına inanmak istiyorum ama daha bir tanesiyle bile henüz tanışmadım. tanışmayı da çok istediğimi söyleyemem. o zaman yalnız olmadıpım ortaya çıkacak ve ben o zaman hangi yetersizliğe sığınacağım? sığınma ihtiyacımı karşılayacağım birisini bulsam bütün bu düşüncelerden uzaklaşır mıyım acaba? bununcevabı herşeyi bilen zamanın sakladığı sırlardan birisi. beklemekten başka ne yapabilirim ki.....

hebe hübe kem küm

Perşembe, Eylül 27, 2007

Hepi Topu Börtdey to meee


aynen öle. bir de böyle. ayın 28 i olacak yarın. az bir zaman kaldı. hepitopubörtdey abartmaya lüzum yok. ilk hedayemizi de aldık efendim. bi sevindirik olduk anlatılmaz yaşanır. yani uzun zamandır almak istediğiniz, edinemediğiniz bişeyi alınca insan öle oluyor.... yalarım :))
hebe hübe kem küm

Pazartesi, Eylül 24, 2007

Sezonu Açtık

evet efenim yeni eğitim öğretim sezonunu açmış bulunmaktayım. daha nice senelere :)

Pazartesi, Eylül 17, 2007

yeni bir hafta bizi bekliyor

aman aman neler oldu. öncelikle en çok eğlendiğim şeyleri sıralayarak başlayayım. ilkin dün sabaha karşı 59. Emmys dağıtıldı. ödül töreninin en eğlenceli kısmı family guy dan brian ve stewie nin sunuşu idi. hakkaten çok güldüm. bu kadar eğlenceli bir dalga geçiş olamaz. ama tabii olaya hakim olmak için abd tevelerine aşina olmak ve programları dizileri bilmek gerekiyor. anlayanlar beri gelsin... daha sonra istanbul trafiği için çözüm olabilecek metrobüslerin altyapı çalışmaları tamamlanmadan kullanıma sokulmasıydı. ne yol var doğru düzgün ve durak var ne de otobüslerin dönmeleri için hazır olan bir rampa. "iş yaptık" demek için saçmalanan durumlar silsilesinin son halkası. belki de en zayıf halkası. ki daha ortada sipariş edilen metrobüsler yok, adamlar taa hollandadan şöferi ile beraber iki tane getirtmişler. onları yollarda sürdürüyorlar.sipariş edilen otobüsler gelene kadar çift katlı ingiltere havasını yakalayabileceğimiz kırmızı otonbüsler kullanılacakmış. ben şimdiden söliim yalan olur metrobüs. elimizde ingiliz kırması kırmızı otobüsler varken kim gidip metrobüs getirecek. yemeyin milleti arkadaşım....

istanbulda bilmem neredeki bir okul tadilatı bitmediği için açılamamış. öğrencilere de taa 5 km uzaklıktaki bir okula gitmeleri salık verilmiş. iyi tamam da arkadaş, madem tamamlayamadın okulu alacaksın çocukları sen götüreceksin. millet okul telaşesi cartı curtu derken cüzdanlarının dibini görmüş zaten bir de servis parası mı verecekler. ondan geçtim koskoca yaz tamamlayamadınız mı tadilatı. burada 2 ayda adamlar 4 katlı apartman diktiler içine de insanları yerleştirdiler. sen tadilatı yapamıyorsun. bunun yazışması cartı curtu ihalesi eminim ki ağustosun sonunda anca tamamlanmıştır. e tabii ki yetiştiremezsin yeni öğretim yılına( bak öğretim dedim eğitim demedim. neden? çünküm eğitim yok gibi ülkem okullarında) (bir mesaj veriyoruz anlamayanlar içinde açıklıyoruz. işe bak)

Perşembe, Ağustos 30, 2007

çok

yapacak bir şey yok. oturup bekliyorum öylece. kimse sormuyor neyi beklediğimi ya da neden beklediğimi. sorsalar da cevap verebilir miyim bilmiyorum. gözlerimi gelen geçen insanların ayaklarından çekmiyorum. sanki gözlerimi yukarıya kaldırsam biraz hepsinin beni izlediğini görecekmişim gibi geliyor. izleyen durumunda iken izlendiğini farketmek belki önemsizdir bir çoğu için, ama benim için öyle değil. izlemek istiyorum, izlenmek değil. bütün hayatımı izleyerek geçirebilirim. ilişmeyin bana. dokunmayın gözlerinizle. rahat bırakın. rahat bırakın ki rahatsızlığım bölünmesin......

hebehübekemküm

Pazartesi, Ağustos 27, 2007

kazanmadım geldi

son zamanlarda bunu sıkça duyar olduk. kazanmamış gelmiş. artık nasıl bir haldeysek, bu cümle kadar güzel ortaya koyabilecek bir şey duymadım. üniversite giriş sınavlarından bahsediyorum. artık çocuklar bi yeri istemekten, kazanmaktan geçmişler. gelse yeter diye geziyorlar. çok garibime gitmedi. neden anlatıyorum bunu da bilmem. 24 yaşındayım ühühühü demek için bir ayım kaldı. yaşlanıyorum. öyle bir eşiğe geldik ki ne gençsin ne orta yaşlı. ne çocuksun ne büyük. artık hareket ve de davranışlarının ağırlık kazanması gerekiyor(muş) öyle duyduk sağdan soldan. kocaman adam oldun. yaşıtların askere gitti. bak memetin oğlu ahmet bilmem nerede işe girmiş. sen daha dur, ilk okul arkadaşın ayşe 2. çocuğuna hamileymiş.... vır vır vır... dönüp duruyor tepemizde. 24 ne yau? 24!!! şunu hemen bi 32 yapsak :).

biri beni kurtarsın...

(farkettim ki uzun zamandır ben buraya yazmıyorum. artık her gün internete girip yazayım bari, olmuyor böyle, içine at at nereye kadar. insanız bizde, içimizi dökecek yer arıyoruz. blogdan iyisi mi var canlar. hade görüşürüz)

Hebe Hübe Kem küm

Perşembe, Temmuz 26, 2007

hayat zor derler de inanmazsın

ulan uzun zamandır böyle şairane, ayarsal bir cümle kurmamakla övünür dururdum lakin kader bizi bu noktaya getirdi recepciğim ( rte abimizi can gönülden tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyorum) ne demişiz, hayat zor derler de inanmazsın. burun kıvırır bazıları eh der peh der geçer gider. farklı farklı durumlarda insanlar, değişik şekilllerde tepkiler verirler. kimisi de hayatını tepki vermek üzerine kurmuştur. mesela ben gibi. herşeyetepki düsturunu benimsemiş vasat bir bünye olatak geçmişte nelerle karşılaştım bilebilirsiniz. tahmin etmesi zor değil. ama şimdi daha uysal her şeye tepki göstermiyorumlakin bu sefer de tepki göstermem gereken şeylere tepki gösteremiyorum. bu durum beni çileden çıkartıyor desem yeridir. delleniyorum resmen arada. yani cinnet getiriyor muyum, geçiriyor muyum bilemiyorum. farkına varamıyorum. titremeler geliyor, pır pır pırlıyor insan bu durumlarda. of ki ne of. resmen her yeni durum ve insanlar birer sınav benim için. hz. eyüp sabrında değilim ama ve ne yazık ki bunun farkında değil insancıklar. dellenebilirim. tepkim ansızın vuku bulur, büyük olur,şaşar kalırsın. bunları da niye buraya yazıyorum bilmiyorum. mesajı alması gereken dingiller bu siteden haberdar bile değiller.

uzun zamandır dua etmiyorum çünkü kendimi bir şey isteyecek pozisyonda görmüyorum. ama bi zahmet gerizekalı insanların toplum içine çıkmaları yasaklansın,engellensin, önüne set çekilsin.ne biliim iş hayatına sokmasınlar bunları normal insanların yanında. kendi aralarında geri geri takılsınlar. bu ne lan. ben ne büyümek ne adam olmak ne de iş hayatına atılmak istiyorum. bunlarla uğraşa uğraşa iki ayda ince hastalıktan geberir gider insan

Pazartesi, Temmuz 16, 2007

pazartesiden tatil mi olur?

valla arkadaş oluyormuş.ben antalyada bugün bunu gördüm. yunuslar izinli olduğu içün biz de izinli sayıldık. sabah geç kalktım, 9 da. evet evet dokuz benim için geç bir saat artık. ben ki 11-12 de anca güne göz açan, antalya sıcağında pişe pişe yatakta durmaktansa erken kalkmayı tercih ediyorum. bugün geç kalktım işte. kaldığım yerde de temizlik vardı. kahvaltı yaptım, balkonda oturdum, su içtim, az biraz kitap okudum ve kitap okurken sızıp uyudum. sonra uyandım, elimi yüzümü yıkadım (çünkü çok sıcaktı, hala da sıcak) birşeyler atıştırdım.sonra da buradayım. lakin bir hafta boyunca sabah 8 akşam 5 yapınca insan, koskoca bir gün oturmakla geçmiyormuş. uzun bir çalışma hayatından sonra emekliye ayrılan büyüklerimizin ne tür bir boşluk hissiyatı içinde debelendiklerini şimdi daha iyi anlayabiliyorum. tabii herkes için geçerli değil bu dediklerim. kimisi de emekliliğini doldurmayı dört gzle bekliyor ve sonra bütün gün yatıyor, geziyor, dolanıyorvs vs vs. onların da bilmem nerelerine tak etmiş olacak ki adamlar boş boş dolanmayı özlemişler. bilmem artık daha yolun ortasına giriş bölümündeyiz. o yüzden bizim başımıza neler gelecek bilemem, birşey diyemem (bu birşey bitişik mi yazılıyor yoksa ayrı mı?) öyle işte vel hasılı kelam pazartesi den tatil olmuyormuş. ben bugün bunu da gördüm

Cuma, Temmuz 13, 2007

Antalya yanıyor bacım!!!

sıcağın ne demek olduğunu antalyada anlıyor insan. güneş teninize değmeye görsün kasıp kavuruyor. üstünüzde yumurta kırın yiyin o derece. antalya da ne işin var diye soranlara da selam olsun. çalışıyorum gibi birşey. birinci haftamı doldurmama az kaldı. bir plajda rus kızlarını kesiyorum :) parası iyi değil ama olsun. şaka bir yana bu yaşıma kadar yapmadığım bir işin içindeyim. antalya ruhbilim okulunda kalıyorum ve çalışıyorum gibi birşey. yunusla terapi yapılıyor burada çocuklara. fiziksel ve zihinsel rahatsızlıkları olan çocukları yunuslarla beraber yüzdürüyorlar ve çocuklar ilerleme kaydetmeyi kısa sürede tamamlıyor (cümle çok garip oldu ama anlarsınız umarım) ben yunuslarla yüzmüyorum. evet evet daha yüzmeyi bilmiyorum. kaldı ki yunuslarla yüzeyim. ben çocukların üstlerini değiştirmelerine yardımcı oluyorum. havuzdan çıkartıyorum. fotoğraf ve videolar çekiyorum. ve bir takım ofis işlemlerini yerine getirmeyi umuyorum :) geleli 5 gün oldu ve alıştım diyebilirim. bugün almanyadan gelen bir ailenin son terapi günüydü. buradan memleketlerine gidecekler. şeref abi ve yaşare ablamın en küçük oğulları selim Tay-Sachs Hastalığı na yakalanmış 4 yaşından sonra. hareket kabiliyetlerini engelleyen bir hastalık. konuşmayı da engelliyor tabii hareketi engellediği için. 4 gün beraber olmamıza rağmen accayip sevdim, kanım kaynadı bu aileye. keşke daha erken gelseydim ve daha çok zaman geçirseydik diye üzülmedim değil. ama mail adresimi verdim ki, mail hesabı açtıklarında onlara resimleri yollayayım ve iletişimi koparmayayım. aşağıya beraber çekindiğimiz bir resmi koyuyorum.gelişmelerden an be an haber dar olacak sınız. görüşürüz canlarım

Cumartesi, Haziran 09, 2007

you can dance, you can jive, having the time of your life

çok severim bak ben bu şarkıyı. 1 sene olmadı keşfedeli. pek alakalı olmasam da ABBA nın gimme gimme gimme şarkısını biliyorduk. sonra dedim bu ABBA nedir ne değildir. aradım ve bir kaç parçasını indirdim. dancing queen onların içinde hemen kendini farkettiren bir şarkı. ne zaman dinlesem hoşuma gidiyor, eğleniyorum sanki hayat bir parti biz de dans etmeye geldik gibi hissediyorum. başlığa yazdığım sözleri söyleyiş biçimleri gerçekten dans edebildiğimi, kasarsam jive bile yapacağımı hissettiriyor. denemeye değer...

Salı, Haziran 05, 2007


başladı yine yeni bir gün
ama eski umutlarla....

Çarşamba, Mayıs 30, 2007

istiyom la...

bak mesela çok lazım şey değil ama bi six feet under dizi logolu bilmem neli tişörtüm olsun istiyom. lost lu da olsun olmuşken. ama yok. göremedim bulamadım henüz. aramaya inandım arşın arşın karışladım lakin yok yok yok. olsa giysem "bak selinsu lost tişörtü giyiyorum ve bende bu dünyayı garipliklerle dolu bir ada olarak algılıyorum, gitmek istiyorum ama gittiğimde geri de dönmek isteyecem o kadar boktan bir durum, size mi gidelim bana mı?" ya da " six feet under. ne duymadın mı? yok müzik grubu değil. dizi bu. çok mükemmel bir dramadır. istersen bana gidip izleyelim bütün sezonları var" demek istiyorum.

sonra bi sponge bob olsun, tazmanya canavarı olsun ya da bilemedin corpse bride filminden karakterlerin oyuncakları olsun böle orta boy plastik güzel olcak ama. kitaplığın kenarına köşesine koyup eve gelen(hahahaha eve gelen hahahahahaha) kızlara "bak verminsu bunlar benim içimde saklamayıp kitaplığa kustuğum çocukluğumun nesneleri, yatak odasına geçelim mi?" demek istiyorum...

kendi yaptığım resimleri çerçeveletip odamın duvarına hatta ve hatta tavanına asmak istiyorum.şu şekilde soran olduğunda "yetersizcan neden bu resim tavanda ay boynum ağrıdıı valla göremiyorum yaaa" , hemmen " şişesu istersen yatağa uzanalım öyle inceleyelim bu sanat eserimi, çok derin manaları olan bir yapıt bu" demek istiyom.

çok şey mi istiyom laaa...

Hebele Hübele Kemele Kümele

(hani lan nerde sigara içimleri arası 7 fark yazın diyenleri kulak memelerinden öpüyorum)

gecelerden bir gece, acaba hangi hece?

Electric Light Orchestra ile gecemizi neşelendirmekteyiz. mr blue sky(diğer şarkıları kötü afedersin) bizlere izlediğimiz ve de unuttuğumuz filmimizin derinliklerine götürdü. hani var ya, son zamanların en beğenilen filmlerinden biri. herkesin dibini düşürdüğünü gördüğümüz eternal sunshine of the spootless mind. yeni vizyona girmişti amerikada. çok merak ediyordum fragmanlarından dolayı. hemen indirip izlemiştim. türkiyede vizyona girme şansını neredeyse 2 sene sonra herkesler izledikten sonra buldu bu talihsiz film. garip bir durum. millet izledi, üzerine konuştu,sonra sen vizyona sok filmi. tabii istesem sinemada izleyebilirdim ama o zamana kadar 3-4 kere izlemiştim. bir kere izlemiş olsam sinemada o keyfi yaşamak isterdim ama olmadı ilerde belki. aynı filmin müzik albümünde wada na tod adlı hint ezgileriylen süslü şarkıyı da tavsiye ederim bak. insanı 20 hikayelik filmi izlemiş gibi hissetiriyor. halamda video kaseti vardı bir tane hint filminin. ilk yarım saatinde olanlardan en az 20 türk filmi çıkardı. o kadar yani. varın gerisini siz düşünün. ben bir süre etkisinden çıkamamıştım. küççük emrah filmleri ne ki yanında. alın yanına bir türkan şoray bir nuri alçolu ahu tuğba ya da bilemedin banu alkan filmi koyun. iyice karıştırın, krema kıvamına gelince de oturun izleyin o kadar.









bu arada bahsi geçen şarkı bitmek üzere( wada na tod yani) sabırlı dinleyicilere tavsiye ediyoruz ve pc ye aktardığımız ikinci albüm olan super extra gravity e geçiyoruz. the cardigans ımın çıkardığı bu albüm ne zaman canım sıkılsa dinlediğim en rahatlatıcı albümlerden bir tanesidir. losing a friend(it's the strings that i tie, i would rather just die, go to hell and crawl back then let it all go) ile yapılan giriş overload ( you i will never forget, i hope you'll remember me later) a geldiğinde sizi tepelere çıkarır. i need some fine wine and you, you need to be nicer (so i need some fine wine, and you, you need to be nicer for the good times and the bad times that we'll have) ise bambaşka bir havaya sahiptir kanımca. dinleyin, beğenmezseniz o sizin zevksizliğiniz mühehehe...


oyoyoy yeni farkettim ki blogger.com sitemiz yazdıklarımızı belirli aralıklarla kayıt altına almaktaymış. bilmem kaç yazım salak internet explorer yüzünden kaydı gitti. özene bezene yazdığım bi iclal baydın - tuna kiremitteköfte yazım vardı. aklıma geldikçe yanarım off offf.. ama iyi olmuş bu. tedirgin olmanın, önce word te yazıp buraya aktarmanın manası kalmadı artık. bayıla bayıla bu pencereden de yazabiliriz( blogu olupta bundan haberi olmayanlara haber veeryim dedim, de ben çok geç farkettim)




uzun bir yazı oldu farkındayım. artık eskisi gibi yazar olacam, bişiler anlatmalıyım tirpleri ile depresyon ertesi yazıları yazmıyorum. fark edenler olmuştur. neden söylemediniz lan bana???? geyik geyik nereye kadar? bıkmadınız mı? arkadaş az da aklı başında şeylerden bahset, hayatın anlamıydı carttı curttu deyin. neyse demenize gerek kalmadı ben fark ettim. bundan sonraki yazımızda kahvaltı etmeden önce, sabahın köründe uyanır uyanmaz içilen sigaranın tadı ve yemekten sonra içilen sigaranın tadı arasındaki 7 farkı açıklayan-açıklamaya çalışan bir yazıyla karşınızda olmayı temenni ederek yazımızı burada noktalıyoruz.((((amanın ne şanlıyım yazı biterken i need some fine wine and you, you need to be nicer çalıyor-yani diyor ki benim biraz iyi şaraba ihtiyacım var senin de nazik olmaya malak......))))

Hebe Hübe Kem bi de Küm

Pazar, Mayıs 27, 2007

cuma ertesi

kaçtır ha yazdım de yazdım diye diye açıp açıp kapattığım blogger sitesini doldurmak bu geceye nasipmiş. halama gidiyorum diye çıktığım kızılay yolculuğum lost 3. sezon finalini izlemek için özgüne gitmemle yurtta sonlandı. kızılayda dolandım avare avare. gittim bi taşın kenarına oturdum yaklaşık bir saat gelen gideni gözlemledim. kızılay ın kalabalık olmadığını toplasan 1000 kişilik bir kalabalığın aşağı yukarı yürüyerek kalabalıkmış izlenimi verdiğini farkettim. aynı adamlar, kadınlar önümden 2-3 kez geçtiler. ben avare avare otururken onlar avare avare dolandılar. bir günüm de böyle yalan oldu. boşa geçti. kitap almak istiyordum olmadı, beğenemedim bişi. raflar kitap dolu. o kitapların çoğu boş. bu kadar da ticari bir işe döndü ya kitap yazmak-basmak. artık ne yapsak boş arkadaş. alıyordun kitabı. okumaya başlıyorsun felaket....

neyse efenim ben size iki mükemmel gruptan bahsedeyim de kulaklarınızın paslarını silip atın afiyetle. birincisi camera obscura isimli isveç olduklarını sandığım bir grup. yumuşak ve hoş şarkıları var. melodiler çok hoş. dinlemekten bıkmıyorsunuz. bir diğeri ise the postmarks isimli grup. bunlar nereli bir bilgim yok açıkçası ama bunlar da çok yumuşak ve dinle dinle bıkma şarkıları yapıyorlar. indirin internetten dinleyin. satın almaya çalışmayın. o parayla karnınızı doyurun...

Hebe hübe Kem Küm

Pazar, Mayıs 20, 2007

Konusuz

evet canlarım konusuz. bir ayşe arman edasıyla yazı yazma niyetimi, hakkı devrim tarzına dönüştürme düşünceleri içerisinde " aman arkadaş, sadece yazmak istiyorum. en yetersizinden" diyerek savuşturdum. öylesine yazalım bir kere de di mi? diye kendi kendime sordum lakin ne zaman öylesine yazmadım hatırlamıyorum. yani oturup "bu yazımızda şundan bundan ve ondan bahsedelim, gençler nasiplensin" dediğim çok olmuyor. beğendiğim film-albüm-kitap dışında hebele hübele yaptığım bir yazım yok (bulup çıkartıp -aha da lan yazmışsın ya işte ibibik ne artizleniyon- diyen olursa da öperim yanaklarından) içinde bulunduğum odada fosur fosur uyuyan arkadaş kimbilir neler görüyor rüyasında. diğer odalardan gelen alarm sesleri ise gecenin, şairlerin mısralarını kıskandıracak mana dolu sessizliğini bozuyor. arada esiyor ağdalı cümle denemelerine girişiyorum nedense. gören de samimiyetsiz, kendini beğenmiş entelektüel olma çabaları içerisinde kıvranan yurdum genci diye nitelendirecek beni. halbusem öle deel.

aslında son yazdıklarımda gına getirdi insanımıza artık. ne zaman bişeycikler yapmaya çalışsa " hadi ordan kro, bize kendini entel diye mi yutturacan" ya da " sen ne anlarsın lan, şair mi olucan" gibisinden çıkışlara maruz kalıyor azimli gençlerimiz. yapmayın etmeyin hevesleri kırmayın gençlerin. onlar geleceğimizin umutları, tomurcukları, açmaya hevesli kır çiçeklerimiz onlar. bak ben bile hevesimi kırdıkları için yazmıyorum uzun zamandır. ağlatmayın beni....

Hebe Hübe Kem Küm

Cuma, Mayıs 04, 2007

Babalara hediyem olsun

bilenler bilir efendim bendeniz arada sırada ortak eksikliğinden babamın tükanda çalışmalara yardımcı olmak amacıyla takılmaktayım. yine pc bana kaldığı için internette fink atmama yan gözle kötü kötü bakan babamı umursamadan o site senin bu site kimin dolanamıyorum. açmışım sigorta sayfasını, bakıyorum, bakışıyoruz. neyse internetin sınırlı olduğu anları doldurmak mahiyeti ile çekmeceleri karıştırırken bu şiiri buldum efendim. ve hemen paylaşasım geldi. nasıl gelmesin.....

BaBa

baba evimizin direği altın gibi yüreği
eşek gibi çalışıyor sanki sağım ineği
ona biz baba deriz o getirir biz yeriz
bulamayız dünyada onun gibi bir keriz

varlık yokluk bilmeyiz sıramızı vermeyiz
siparişler gelmezse babamızı sevmeyiz
hasta oldum diyemez biz doymadan yiyemez
ne mankafa varlıktır yeni bir şey giyemez

etrafını sararız köpek gibi dalarız
dediklerimiz olmazsa anamızı salarız
bu devrialem dönüyor
merak etme oğlum sıra sana geliyor

Perşembe, Nisan 26, 2007

Hayatı Yaşamak Şiir Tadında

Böyle bir şey istiyorum gerçekten. hayatı şiir tadında yaşamak. ölçülü, kafiyeli, yeri geldiğinde dingin , yeri geldiğinde coşkulu. ulen nerde hayatı şiir gibi yaşayanlar. herkesin hayatı ya ciklet manisi kıvamında, ya da arabesk şarkı sözü. köyünün yağmurlarında yıkanıp, mezarında açan çiçeklerden reçel yapılmasını salıveren şarkımsılar, şakkıdı şukkudu bilmem ne edasında çiğnediğin sakızın kağıdına dökülmüş, saçılmış mükemmel dörtlükler....

gözleri siyah, teni durudur
sacları sanki su samurudur
üstelik sana vurulmustur
hem onun tuzu da cok kurudur.....

su samuru saçlı yar üzerine yapılabilecek her türlüm yoruma açığız.

Hebe Hübe Kem Küm

Salı, Nisan 24, 2007

Gece Sesleri

arada sırada hani o uykumun kaçtığı gecelerde, nette fink attığım yerdir pc lab ı. lab ne ola ki diyebilecekler için yazam laboratuvar. böle kendi içinde iki katlı, yaklaşık 100 pc nin barındığı ve öğrencilere hizmet ettiği bir alan burası. gece saat 2 den sonra kalabalık olmuyor pek. toplasan şu an içinde bulunduğum salonda (du bi bakam) 10 kişiyiz. neyse efendim kulağımda tori amos umun son albümü american doll posse çalıyor. bir yandan onu dinliyor ekşisözlük, siteler takılırken kulağıma bazen sesler geliyor. noluyo lan diye müziği kapattığımda birisinin kendini tutamayıp kahkalar attığına tanık oluyorum. tabii buna şaşıran bir ben değilim. herkes dönmüş noluyo lan bakışları atıyor. sonra bu kopan şahıs yakınımda olduğu için ekranına baktım. youtube dan bir videoya verdiğini gördüm bu tepkiyi. neyse diyeceğim sessiz sedasız , klavye tıkırtılarından başka bir sesin çıkmadığı lablarda buna benzer tepkilerle karşılaşıyoruz. misal akşam üstü birisi öyle bir güldü ki, millet işini gücünü bıraktı nereden geliyor bu ses diye sağa sola bakmaya başladı. e tabii ben de baktım. göremedim o ayrı. az önce de aşağı salondan salak saçma karı kıkırdıları geliyordu. insan şüpheleniyor bir an için de olsa. aşağısı kalabalık değildir bu saatte. grup olaylarına mı girişildi diye sormadan duramıyor bünye kendine. aahh ahh bu labda ne halt varsa. keşke aşağıda takılsaydım.....

Hebe Hübe Kem Küm

Perşembe, Nisan 19, 2007

Çarşamba, Nisan 18, 2007

Pandora'da İki Türk



bulabildiğim kadarı ile iki taneler şu an itibari . Bir tanesi tahmin edilebileceği üzere Tarkan, geç oldu güç olmasın kendisini pandora da görmek sevindirdi bünyeleri. diğer şarkıcımız ise Sertab diye geçsede ecnebi diyarlarda kendisi Sertab Erener dir. yalnız bir gariplik mevcut ki, sınıflandırıldıkları muzik türü, şarkı bilmemneleri neyse, denklik seviyesinde dinlemeye çalıştığımız şarkılar ve de şarkıcılar bazen sizi oturduğunuz yerden düşürecek kadar alakasız olabiliyorlar. hele ki tarkan station unda karşılaştıklarım beni benden aldı. test etmek isteyenler www.pandora.com adresine girip test edebilirler.




Hebe Hübe Kem Küm

Salı, Nisan 17, 2007

tüh

lan o kadar uğraştım uzun uzun yazdım. bir resim yükleyim derken kapandı sayfa, takıldı........ maşallah diyin lem. sizin yüzünüze ne hallere düştük..

hebeeeee hüübeeeeeee kemmmmm küüüümmm

Pazartesi, Nisan 16, 2007

Naptın Manic Street Preachers

Ne mi yapmış? Bu utanmaz arlanmaz ingilizler(ingiliz diye biliyorum, yok onlar somaliden diyen çıkarsa yok demem) Your love alone is not enough diye yeni albüm habercisi bir singıl çıkartmışlar. lakin çıkan bu single pek bizim alışık olmadığımız ve gittikçe poplaşan grubumuzun son nanesi olarak kayıtlara geçiyor. sankim bir boyband, bilemedin girlband edasında şarkı söylüyorlar, mesajlar veriyorlar. Tek başımıza yaparsak dalga geçerler yanımıza birini daha alalım menşeli düşüncelerde boğulurken yardımlarına biricik The Cardigans grubumuzun daş lakaplı solisti nina persson yetişmiş. şimdi bu kadar yazdım. beğenmedim değil. şarkı güzel ama başkasından dinliyormuş havalarında mırıldanıyoruz your love alone is not enough i. özellikle nina nın seslendirdiği kısımlarda iç geçmesi hasıl olmakla beraber," vay anasını" nidaları ile kendimizden geçiyoruz. tavsiye ederik. dinleyin bir. ahanda youtube linki : http://www.youtube.com/watch?v=BJjMcKDDCeY

bir de bonus single linki vereyim. pek bi hoş Travis grubu da yeni albüm öncesi dinleyicileri ile bir single paylaşmışlar. Şarkımızın adı Closer linki de aha:
http://www.youtube.com/watch?v=u2hYn_4yuhc

Hebe Hübe Kem Küm

Pazar, Nisan 15, 2007

Blogger Türkçe

Blogger türkçe olmuş. iyi olmamış bak :) şimdi ipini koparan buradan da alır bi adres. birden çok mail adresine sahip olmanın bi halt olduğu günümüzde, birden fazla blog servisinde hesap açmakta moda olacak. aha da buraya yazdım

Hebe Hübe Kem Küm

Çarşamba, Nisan 11, 2007

Batıdan Doğan Güneş

Buna benzer tamlamaları şiirlerde okuyan, rast gelen vardır. benim o kişilerle alakam yok. yazanlarını da tanımam eğer ki varsa? hani hep derler ya eroinle ilgili şiir yaz başlık "beyaz ölüm, beyaz karanlık". ya da " gecemin güneşi, gündüz yıldızım" gibi ters köşe kelime oyunları. İşte Batıdan DOĞAN Güneş te onun gibi geliyor insana. halbusem öyle değil. bu farklı. bakalım diğerleri ile arasındaki 5 farkı bulup bize yollayacak ilk okuyucumuz kim olacak :)

Hebe Hübe Kem Küm

Cumartesi, Nisan 07, 2007

Ne Güzel Bir Gün Sinir Olmak İçin

harbi harbi sinirlendim. ABEDE eski genel kurmay bilmem nesi çıkıyor abik gubik açıklamalar yapıyor. bu taraftan barzanicik coşuyor, esiyor, gürlüyor. çok garip bir dış politikamız var sanırım. izlediğimiz yolu, mahalle maçları sonrası verilen beyanatlara benzetiyorum. "haftaya görürsünüz siz" , "sizin bilmem nenizi bilmemne edecez", "yiyosa bizim mahalleden geçin" gibilerinden. lakin bizim şöyle "al nası koduk lafı" diye gaza gelebileceğimiz bir açıklama yok. " aman efendim bi saniye yanlış anladınız, yok kem küm hehe hehe", "aa aaa çok ayıplıyorum ama sizi, hiç yakıştıramadım" seviyesinin ötesine geçmiyor, geçemiyor. Havlayan küpek ısırmaz dicem de, arada bir hır duymak istiyor bünye. buradan yetkililere sesleniyorum "abe yapın bişey artıkın"

Hebe Hübe Kem Küm(edit için angel a teşekkürler)

Salı, Nisan 03, 2007

neden hep erkekler

feminist değilim, ayranımı içtim de geldim. neden hep erkek profillerle dalga geçiyoruz hemşerim. sebeb basit. komikler çünkü. anahtar onlarda, kilit ise karşı tarafta hehehehehe.... anahtar çok, kilit neredeyse yok. o yüzden bocalamakta, saçmalamakta sınır tanımıyorlar ama bakalım bayanlarımız neler dimişler.....

bir teyzem şöyle tanıtmış kendini:tipik bir yay burcu kadınıyım. gezmeyi, eğlenmeyi, hayatı severim. evimde kedilerim, köpeğim, kuşlarım ve balıklarımla yaşıyorum. ingilizce ve almanca konuşurum, işletme bölümü mezunuyum. (uuuuuuuuuuvvvvvvvvv)

bir diğeri: of şu anlatma işi varya uyuz oluyorum bir insan kendisi için olumsuz birşey yazmaz doğal olarak onu karşısındaki kişinin keşfetmesi lazımki güzel ve anlamlı arkadaşlıklar kurulsun(hadi ya)

hımm aradım mamafih bulamadım. anlaşılan şu ki bayanlar yamuk yapmıyorlar. kendilerini tebrik ediyoruz, arayışlarında mutlu sona ulaşmalarını temenni ediyoruz hehe

hebe hübe kem küm

yine siberalem, yine yaran profiller

abi açıklama yapmadan direkt copy - paste ediyorum

soru şu: yatak odanızda bulundurduğunuz 3 şey:
el cevap: ""1. kadın 2. kadın 3. kadın""

nerelere gitti? el cevap: melezya

sevdiği kitaplar: 100 fırça darbesi

aradığı kişinin tanımı yaptığı yerde şu var:

En az lise mezunu, bekar, dul veya boşanmış , hayatta kendine yeten, okumayı, seyyahat etmeyi ve gülmeyi seven bir bayan...LUTFEN ERKEK ARKADAŞLAR YAZMASINLAR, BOŞUNA ZAHMET EDİYORLAR(hahahahahahahahahahahahahaha)

bitanesi ise demiş ki:Dogrulari konusan gerçek bir sarisin hayat arkadasi ariyorum.

bir denesi kendini anlatırken gözlem-yorum yapmaktan kendini alamamış:

50 yaşında emekli bekar erkeğim Uzun zamandır siberalemdeyim birçok profil okudum ve şunu çıkarttım: Türkiyedeki tüm doğru kişiler iyi niyetli kişiler burada toplanmış kimse yalan sevmiyor herkes dürüstlükten bahsediyor.kadınların çoğu adam gibi adam erkeklerde kadın gibi kadın istiyor.(Lütfen bir bilen kişi bana adam gibi adam ile kadın gibi kadın ne demek tir onu öğretirse çok mutlu olacağım)insanlarımız yalanı sevmem derken bile yalan söyleyebilecek kadar yalancı dürüstüm doğruyum derken bile sahtekar.Benim güzel Türkiyemin güzel insanları işte bunlar:)))sevgiyle kalın..


sunuş başlığına gel : beni arayın mutlu olursunuz!!!

hebe hübe kem küm

gece bana gel






gece zaten bende anasını satiim. ulan bir düzene giremedim. 657 ye tabi olamadım. 12 de yatıp 7 de kalkamadım. illa ki düzenim bozulacak. 01.30 sularında paşa paşa esnemeye başladım. ahanda dedim uykum geldi. koştur koştur dişlerimi fırçaladım, picaymalarımı (cicilerim demek isterdim ama "bu ne len" diyebilecek kişilerin varlığından haberdar olduğum için yazmıyorum) (dedim bile hehe) evet evet cicilerimi giydim. yatağıma uzandım. yorganı da üstüme çektim ki gece acaip rüyalara boğulmayayım. sonra ne oldu. önce sola sonra sağa sonra tekrar sola döndüm. yüz üstü uzandım. yataraktan kataraktan bağdaş kurdum. nirvanaya ulaşır gibi oldum, yarı yoldan döndüm. dedim şu ebleh düşünceleri (ebleh düşünce de oluyor muymuş demeyin oluyor annem)aklımdan savayım. izlediğim filmlerden sahneler düşledim. dedim şunu bunu bir daha izleyeyim. sonra böyle debelenirken baktım yarım saati devirmişim ve esnerken ki uyuşukluğum, ulukluğum geçivermiş. e ben de ne yaparım. kalkarım abi. yatarak uyku mu gelirmiş. çok denedik yatarak uyumaya çalışmayı. ulan istediğim zaman uyuyamıyorum. istemediğim zaman sızıveriyorum. yatağımın başucuna bir adet karl max - das kapital koyacam o olacak sonunda. bir sayfayı bitirmeden sızarım belki? yok sızmam lan. beyin kıvrımlarım harekete geçer gomünüst oluveririm. zaten anamgüller "bu oğlan ilk zamanlarda heç böyle değildi, değişti iyice" deyip duruyorlar son zamanlarda. bana sorsam gıdım değişmedim. lise çağlarımın dinginliğinden vazgeçmedim geçemedim. içime işlemiş hemşerim.(bu arada pandora da hard-fi kanalında müzik dinlerken karşıma morrissey çıktı. enteresan değil mi sizce de? üstelik şarkı da the father who must be killed. içinde çocukların çığrıştıkları bir bölüm bile mevcut. fadııırrr huu masst bi killlldd diye çığırıyorlar. kızların sesi daha çok çıkıyor yoksa sadece kız çocuklardan müteşekkil bir koro mu? hımmmm) neyse parantez içi molasından sonra nerde kaldığımı unuttum. müsadenizle yukarıyı bi okuyayım.....

haa dinginlik, evet. dinginim. dingilim de. içsel devinimlerimin, bilinçaltımın tutsaklığından kurtulup kendini açığa çıkarma çabalarını bastırmakla yükümlüyüm (bu cümleyi anlayıp bana yorumlarda açıklayan olursa müteşekkir kalacağım) 26 pc lik pc labında 13 kişiyiz. saat 04.02. bi denesi de kız. ne işi var bu saatte burada. erkek yurdunda. hımmm sevgilisi de bu yurtta kalıyor evet hatırladım. bana ne lan? neyse neyse neyse..... manic street preachers ile geceyi kapatıyorum diyorlar ki "kevin carter". bu şarkı benim gibi yatağa yatıp uyuyamayanlar için. uyuyanların ben taa...

hebe hübe kem küm

(ben bu yazıyı editlerkene judah johnson dan be where i be çalıyordu. bilginize..)

Pazartesi, Nisan 02, 2007

rete e

ulusa seslenişte diğer siyasetçileri, hükümetleri geride bırakan recep amcam sanırım düzenli olarak ayda bir sesleniyor bize. oturup başından sonuna izleyen var mı bilmiyorum ama ben ara ara denk geldiğimde bakıyorum ne anlatıyor diye. anlatıyor da anlatıyor şunu yaptık bunu yaptık diye. ama ben veri görmüyorum hiç birinde. sonuçları ya da "sonuç" olduğunu sandığımız bişileri bizimle paylaşırken neden daha açık olmuyor merak ediyorum. sayılar böle böle, rakkkamlar bunlar diye bahsettiğini görmedim hiç. ulusa sesleniş var da neden ulusun seslenişi yok. misal recep amcam birşeyden bahsetti diyelim "ülkenin kalkınması" misal. şu oldu bu oldu diyor. o arada hemen vatandaş araya girip" valla gardaş ben öle bişi görmedim" ya da " he la geçen kahvede dediydiler öyle olmuş" gibisinden yorumlar yapmasınlar? yapsınlar bence. biz de farklı yorumlara maruz kalalım. yorum yapma şansını yakalayalım. di mi ama?

bir de nükleer santral kurma çalışmaları hız kazanmış. elin oğlu söktüğü santrali ülkemizde kuracak bildiğim kadarı ile. mantıklı bir tarafı varsa bizim eve de bir tane kuralım arkadaş? adamlar kullanmış, bakmış zararlı ya da çok zararlı. söküyor yerinden. eee elinde kalacak değil ya. kakalaması lazım birilerine. bu birileri neden her zaman biz oluyoruz , orası da muamma, burası da muamma, şurası zaten muamma idi. sen sök eski santralini, rüzgarı , güneşi kullan enerji elde etmek için. söktüğün zikindirik santrali de türkiye'ye kur. oldu canım, oldu güzelim. zaten şans eseri yaşıyoruz bu topraklarda. iyice zorlaştır işimizi.....

hebe hübe kem küm

Tv

hafta sonumu halamda geçirmek suretiyle, uzun zamandır elime almadığım tv kumandası ile haşır neşir olduk saatlerce. uydu mu dijitürk mü sorusunu kaale almadan, papaz anten vasıtası ile on küsür kanalla sınırlı zap turumda görüp afalladığım çok şeye maruz kaldım.

Öncelikle reality şov mudur nedir, olayın boqu çıkmış onu gördüm. her kanalda en az bir tane olmak şartıyla can sıkan "ünlüyüm, ünlüsün, ünsüz" yarışmaları virüs gibin, ne bileyim bir bakteri gibin her yeri sarmış sarmalamış. Show tv de şarkıcı ünlülerin eğitmenlik yaptıkları diğer ünlüler çıkıp şarkı türkü söylüyor, birincisi bu. show tv de bu hafta yayına başlayacak olan bir diğer yarışma ise dans eğitmenlerinin eğittiktileri "ünlü"lerimizin dans şovlarını sergileyecekleri bir yarışma. üçüncüsü star tv de başlayacak olan ünlüler sirki. burada ise sirk eğitmenleri yine "ünlü"leri eğitiyor ve onlar da sirk numerolarını sergiliyorlar (ya da sergileyecekler) eski tgrt yeni fox da ise ünlü şarkıcılar yurdum insanlarından seçtikleri kişicanlarla çalışıyorlar, şarkı söylüyorlar yine. bunlar aklıma gelenler. dahası varsa da habarım yok. şimdi öncelikle bu buzda dans , buzda kırık çanak yarışmasından sonra pörtleyen " unutuldu birer birer eski ünlüler eski ünlüler" sahalara dönüyorlar. ünlüler çiftliği sonrasında neden pörtlemediği ise ayrı bi soru işareti kafalarda... orada da ünlüler yarışıyordu vs ama hemen ertesinde sapıtmamışlardı. buzda dans popstar çeşitlemelerini geride bıraktı, nasıl ki popstar, reality "gelin-damat-gaynana-evde mapıs" yarışmalarını unutturduysa.

gazetelerin "geleceğin popüler meslekleri" adı altında derledikleri haberlerin içeriği değişmeli bence. artık geleceğin geçmişin popülaritesi tv den geçiyor. eskiden de böyleydi ama kendini gösterme zor bir durumdu. şimdi o da kolaylaştı. at kendini bi jüri önüne. ağla, zırla, küçük emrah bakışları at, "ben çok yalnızım biliyorrrr muusssuunn" diye feryat et. kırık dökük bir kınalı kuzu, bilemedin kınalı yapıncak öyküsü uydur. sonra patlasın flaşlar, yapılsın röportajlar. 5 ay sonra unutuldun mu? hiç dert değil al eline bi bıçak, bir tabanca. çatış birileri ile. olmadı çık murtaza bana tecavüz etti diye beyanat ver. bu da seni bir 3-4 ay götürsün. sabah programlarına katıl. teyzelere "e nerde alkış" diye sor. abuk sabuk açıklamalar yap. hımm yine unutuldun di mi. o zaman baştan sar. bu sefer başka programlara, yarışmalara katıl kısır döngü başa dönsün. bir süre idare et işte. sonra o tanınmışlıkla bir iş yaparsın umuyorum. olay bundan ibaret. eşşek gibi çalışıp bilmem kaç milyon öğrenci içerisinde burun farkıyla üniversiteye girme. mezun olma. iş bulma sorunları yaşama.aylak aylak gezme. bilmem kaç sene okuyup alakasız işlerde çalışma. iki kuruş maaş için adam olmayan adamların altında ezilme. kendini ispat etmek için yırtınma. hiç birşey yapma. sabahtan akşama kadar karşısında ömür çürütülen aptal kutusunu al sırtına.vur kendini yarışmalara.....

hebe hübe kem küm

Perşembe, Mart 29, 2007

Nerede Bu ODTÜ lüler

Demirel amcam sormuş, ben de cevap veriyorum...

Aha da burada!!! Eee ne olacak şimdi? Ne yapmam lazım?

Hebe Hübe Kem Küm

Çarşamba, Mart 28, 2007

aha da ne buldum

şunu buldum. bundan sonra her yazdığımın altına hebe hübe kem küm ü de ekleyecem. bi farkımız olsun ayol hahahaha

hebe hübe kem küm

şimdi az önce aşağıda noluyo başlıklı bir yazı yazdım sonra altındakinin tarihine baktım. arada baya fark var. unutuyor muyum ben yazmayı diye düşünüyorum bazen. yani ne heveslerle açmış idim bu blogu. herkes okuyacak, yorumlar yazacaktı vs vs vs. yalan lan. okuyan toplasan 3-4 kişi (biri de ben) ki ben bile yazdıktan sonra pek okumuyorum ne saçmaladım bu sefer diye. millet haklı arkadaş. ben okumuyorum başkaları neden okusun. o zaman şöyle yapıyoruz. önce kendimiz okumaya başlıyoruz. daha sonra okunmasını teşvik amaçlı " ayşe bak ne yazdım eki eki mutlaka oku" ya da "fw: ay çok komik mü he he" diye msn messenger vasıtası ile ya da mail yordamı ile müşteri çekmeye çalışıyoruz. evet evet. hem bak burayı okuduktan sonra 3 kişiye daha bahsetmezsen bu blogtan; netin yavaşlayacak, metin size komşu olacak, zeki uzaktan bakacak, dileklerin çevrim dışı olacak gibisinden tehditleri de savuruyoruz. işe yaraması için de öncelikle kızları hedef seçiyoruz. bu "3 kişiye yollama olacaklardan sorumlu değiliz" içerikli mailler en çok onları keklemekte hehe.
hebe hübe kem küm

Noluyo?

ne olacak kar yağıyor. kitabın içine gömülmüş "hımmm 14 şurdan gelmiş demek ki, hımmm böyle bağ mı olur lan, hımmm p yi kaç alıyorduk asımpshsımmss" diye debellenirken camdan dışarı bakmak sureti ile Ankara ya kar yağdığına tanık oldum. saatlerimiz 02,40 küsürleri göstermekte iken. böyle de züprüzleri var ilimizin. beklenmedik bir zaman da - yeniden kar kapımızda ahhh - bu ne tatlı bir yağış - aman yine aynı aynı heyelan... diye mırıldanmaya sevk ediyor insanı. artık duymaktan bögh getiren küresel ısınma bizlere böyle heyecanlar da yaşatacaksa olmasın arkadaş. ormanda dolanırken bugün (hee ormanda) tomurcuklarını açmış kendini bilmez ağaçlara soğuk kar etkisi yapacak bu yağış. patır patır dökülecekler zannımca. yaz gelecek aman şeftali yok, kayısı yok, kiraz yok yok yok diye zamlı zamlı yiyecez meyvaları. açmasın çiçekler, dökülmesin meyveler yahu (BAK GÖRDÜN MÜ Bİ MEYVA DEDİM Bİ MEYVE NE KADAR KARARSIZ, KENDİNİ BİLMEZİM) Öyle işte canlarım ciğerlerim. gecenin yarısı böyle malaklanıyor insan. sen beni sabaha karşı görecen bazı mevsimler. bi açılmalar bi saçılmalar. kapı gıcırtısına oynayacak kıvama getiriyor insanı gece ve sessizlik.

Salı, Mart 13, 2007

Wanted


evet efenim wanted. mealen aranıyor. hem de deliler gibin. ne mi? ne olacak boyu boyuma huyu huyuma bir bağyan. ama son 2 günlük sohbetlerim ışığında kendisine bir sıfatı daha layık gördük. mutlak suretle "şeftali kokan" olmalı. şeftali gibin mis gibin kokan bağyan. çevrenizde şeftali bahçelerinde seke seke dolanan kızlar varsa , bunlar benim boyumda , üstüne yetmezmiş gibi bir de huyumdalarsa ne yapıyoruz? yetersiz veri ye bir haber ediyoruz. rica ediyorum ciddiye alınsın (benlen gönül ilişkisi kurmaya meyilli hoş kızlarımız da beni elde etmek için bir gizemi daha çözdüler, girip çıkın şeftali bahçelerine, dökünün şeftali esanslı perfume leri yanımdan geçin. mutlaka ki dikkatimi çekeceksiniz....)

Cuma, Mart 09, 2007

dayanamıyorum

uykusuz zamanlarımın yegane eğlencesi olan "kadın arayan erkek profilleri" ne göz attım yine demince. cem yılmaz dı, beyaz dı.... adamlar on basar şerefsizim bunlara. bilinçli mi yapıyorlar yoksa içlerinden gelerek mi yazıyorlar bilmiyorum ama beni güldürmeye yetiyor da artıyor. yine paylaşayım dedim bir kaç tanesini.

ilk kurbanımız başlık olarak "KADINLAR NE İSTER?" İ kullanmış bakalım gerisi nasıl gelmiş.....(beyimiz 46 yaşına gelmiş bu arada)

""BEN, OKURUM. SEN OKURMUSUN?BEN, DÜŞÜNÜRÜM. SEN DÜŞÜNÜRMÜSÜN. BEN, MERAK EDERİM. SEN MERAK EDERMİSİN?BEN, TARTIŞIRIM. SEN TARTIŞIRMISIN?YAŞAMA POZİTİF BAKMAK BENİM TEMEL FELSEFEM. HEP NEGATİFSEN YOLUN AÇIK OLSUN.SEVGİYLE BÜYÜDÜM BEN. SEVGİSİZSEN GÜLE GÜLE.PAYLAŞMAYI SEVERİM BEN. PAYLAŞACAĞIN BİR YAŞAMIN YOKSA UĞURLAR OLA.´SANATÇILAR VE BİLİM İNSANLARINA SAYGILIYIM, ÇÜNKÜ DÜNYA´YI DEĞİŞTİREN ONLARDIR. ´DİYE DÜŞÜNÜP,ONLARDAN BESLENİYORSAN GEL YANIMA""

öncelikle başlık ile yazılanlar arasında zerre uyum yok. adam "ben neyim, ne isterim" deseymiş daha iyi olurmuş. özetle diyor ki: ulan 46 yaşıma geldim bir tane kafası çalışan kadın bulamadım(haklı da biraz hehe) geçen ay kazı çalışmaları sırasında temel felsefe keşfettik çok mutluyum. sevgile büyüdüm ben. annem, babam, akrabalarım, bakkal ali amca, manav hayri, terzi agopyan ohoooo. sevdik sevilmedik seveni sevemedik....

bir diğer eleman ise başlık olarak şunu seçmiş kendine :Eşi güzel olan erkek mutlu,çirkin olan ise filozof olur.(Sokrates)
eyvallah haklısın baba diyoruz.içeriğe geçelim bi de
""Ankara,bazan da Istanbul´da yaşıyorum.3-5 satırla kişilerin anlatılabileceğine inanmıyorum.Profil okuma zahmetine katlananlar,biraz fikir sahibi olduktan sonra iletişim kurmaya karar verirlerse tanıma fırsatı da doğmuş olur.Mesaj yollayanlar iletisim bilgileri verirse iyi olur.""
hem ankara da ki hem de istanbul da ki bayanlara selam ederim. ben seçilmem seçerim. bakarsın mükemmel ötesi resimlerime(ki sorun olmayacağını bilsem resimleri de koyacam buraya ki o zaman asıl komediyi görün siz. adam bi yazıyor, resme bakıyorsun "ulan bu mu yazmış bunları" diye bakakalıyorsun..garip vesselam) elenktirik alıyorsan görüşürüz belki.

Aklını kullanmasını bilen,kalender,kendine güvenen ve eli yüzü düzgün türden bir bayan aradığını belirtmiş. kalender kelimesinin kullanıldığı yere bakarak zarf olduğuna kanaat getirdim ben ki zarf olarak kullanılınca ne anlama geliyor bakalım:"Özensiz, kılıksız bir biçimde" merak edenler tdk dan kontrol edebilir. bunun yanında üstü kapalı bir şekilde "yahu bi entelim bi entelim sorma dadımdan yenmiyor" kaygılı sevilen şair, yazar, oyuncu ve de filmlerden bahsedilmiş. Camus yü çok seviyormuş. benim bildiğim Camus seven adam netten bağyan(karı demek isterdim burada ama bazı arkadaşlar çok pis bi kelime olduğu konusunda ısrarcılar. ama kullanması çok çok zevkli) aramaz.

Çarşamba, Mart 07, 2007

dizi olduk

neler olmuyor ki. içinde bulunduğum durum sadece beni ve arkadaşlarımı mı etkiliyor bilemiyorum ama sayılar doğrultusunda bir yorum yapacak olursam, bu sadece beni ve çevremi değil çoğu insanı etkiliyor.

her şey hayatımıza lost un girmesiyle başladı. uzun bir süre uzak durup sonradan dahil olduğum " lost manyak dizi" çevresinde işler gayet iyi ilerliyor. her bölüm 1-2 güne kalmadan internette paylaşım forumlarında yerini alıyor. binlerce kişi indiriyor. sözlükte sayfalarca bölümler eleştiriliyor, teoriler öne sürülüyor. bununla yetinemeyen insanlarımız (bu insanlar sadece yurdum insanını kapsamıyor. dünya çıldırmış durumda) forumlar, siteler açıyor. olay gayet enteresan bir hal aldı demek yetersiz kalıyor. öyle örneklerle karşılaşıyor ki insan (ben de buna dahilim) işimiz, gücümüz, derdimiz tasamız kalmamış hayatımız lost olmuş. üst üste izlenen bölümlerin gecesinde rüyamızda adada maceradan maceraya koşuyor, locke la tartışıyor, kate e asılıyor, jack ten yardım istiyoruz. benim gördüğüm rüyalar daha da garip. adayla sınırlı değil. golden globe ödül töreninde dizi ekibiyle beraberim, tören sonrası verilen yemekte kate ile aynı masadayız, jack karşıdan pis pis bakıyor. bu durumda sawyer triplerine girip "hey" ile başlayan ve enteresan takma adlarla devam eden söylemlerimi sıralamam gerekiyor ama uyanıyorum.

bir örneği paylaşmak isterim. sözlükte dolanırken denk geldim ve "bir ben değilim, oh be" diye sevindim. aşağıyı bi oku bakalım:

"anamı ağlatan dizidir bu.iki tane uyku nedir bilmez uykuyu sevmez 10 aylık bebeğimle zaten gecelerin gündüzden farkı yok. bir de aralara lost sıkıştıracağım diye anam ağlıyor. evdeki masraflar dizboyu ona rağmen gittik laptop aldık, iş dönüşü serviste lost izliyorum. hayvan gibi kulaklıklarım var, hiç kibar görünmüyor. omzuna müzik seti koyup müzik eşliğinde yaylanan zencilerden hiçbir farkım yok.geceleri rüyamda aaron' u görüyorum, meğerse benimkiler uyanmış ağlıyor oluyor.uyku sersemi yataktan fırlıyorum, mutfağın ışığı yanmıyorsa kapının oradaki havlunu gölgesi şerefsizim ki eko' nun kafaya benziyor, ödümü koparıyor.gün geliyor yatakta bi yandan ekrana bakıyorum bi yandan oğlanı emziriyorum. ekranın ışığı oğlanın yüzüne gelmesin diye bi yastıkla da gölge yapmaya çalışıyorum.insanlıktan çıktım yarabbim!maymun oldum bütün şirkete, daha dün akşam ineceğim durağa geldim, bölüm bitmedi diye revirci abi bizim şöförü oyalamaya çalışıyordu. servisten bir inişim var elimde kulaklık, çantamın fermuar açık, şarj aleti çantadan sarkmış.computer açık kalmış, bi yandan acaip sesler çıkıyor...3. sezona gelsek de şu işkence haftada bire düşse, iki gram uyusam, sabah sabah aysuna "keeeeeyttt" diye seslenmesem.bu arada serviste bi adam var aynı john locke, işin garibi adamın hangi bölümde çalıştığını bilmiyorum, fabrikada da hiç karşılaşmadım;ulan?"

terelelli temcik nickli birisi yazmış. okurken bir yandan yuh diyorsunuz ama halinden anlıyorsunuz. aynı şiddette olmasa da siz de onunla aynı kaderi paylaşıyorsunuz. arkadaş sohbetleri artık tamamen lost üzerine kurulu "bilmem kim şöyle yaptı acep böyle mi olacak", "abi kate jack i seçsin sawyer adam değil", " go sawyer go, best cagemate ever" gibisinden.

dönem arasında uzunca bir ara veren diziden kopmak zor olmuştu. o boşluğu nasıl dolduracağız diye düşünerken elimizde nip/tuck bölümleri geçti. başladık nip/tuck izlemeye. estetik cerrahi, seks, karma karışık insan ilişkileri.... diye giden bir dizi olayla ilgilenir olduk. cristian gibi playboy olmak istedik, sean ın sahip olduğu aileden bir porsiyon sipariş ettik, estetik ameliyat olmak isteyen tevir çeşit insan gördük. pek çekici gelmese de büyüsüne kapılıp bölüm bölüm izledik.

eldeki nip/tuck lar bitti. evet fanatikler gibi internette paylaşım programları, forumlar dolanmadık. yeni bölümler indirmek için interneti sömürmedik çünkü bağlantı kötüydü. bir bölümü indirmek bir gün alacağı için sağdan soldan toplayıp izlemesi daha kolayımıza geldi.

korsan film satan amcalarım artık sadece filmlerle yetinmeyip dizilerin sezon dvd lerini de satmaya başladı. pan's labyrinth var mı diye sorarken arkamızdan "scrubs ın kaç sezonu var abi" sorusunu duyup "hımmm scrubs evet heheheh" diye sevindik. teee istanbul dan bir arkadaşım bize scrubs dvd leri yolladı. oturduk bir güzel onları da izledik. hatta yetmedi tekrar tekrar izledik. sonumuz ne olacaktı?

(((burada bir parantez açıp, sadece dvd den vs den dizi izlemediğimi de belirteyim. evde olduğum zamanlar açıyorum kanalları (ki genelde cnbc-e ve e2 oluyor, uyducuyuz biz....) six feet under, the x files, smallville, desperate housewives, my name is earl, two and a half man, prison break, 24, according to jim, malcolm in the middle, simpsons, family guy, married with children,cheers, the closer... diye giden bir liste takip alanımda. hiç biri de sıkıcı değil. gayet eğlenceli. severek takip ediyorum)))))

eldeki dizileri tükettik. yeni bölümlerinin yayınlanmasını ve internette bizlerin tüketimine sunulmasını bekledik. boş vakitlerde teker teker indirdik ve izledik. şimdi ise arayan belasını bulur diyerek göz atmadığımız dizilere sardık. daha doğrusu tek bir dizi. heroes. amerika da birinci sezonunu tamamlamadı daha. elimize geçen 11 bölüm bittikten sonra merak ettim neler olacak diye. diğer bölümleri kendim indirmeye karar verdim. 17 ye kadar indirdim izledim. 18 i indiriyorum şu an. ama neden izliyorum. hoşuma gidiyor ama nesi? sadece heroes için geçerli değil bu. neden dizi bağımlısı olduk. özellikle de bir kesim. 20-35 yaş arası olduğunu tahmin ettiğim bir grup insan hayatımızı dizi izleyerek geçirir olduk.

desperate housewives izledik dışarıdan ne kadar güzel görünse de aslında kendi içinde hayatlarımızın pek ışıltılı olmadığını anladık. herkesin bir sırrı vardı.

malcolm in the middle izledik, problemli bir aileye sahip olan tek çocuk olmadığımıza sevindik. problemli olmanın yanı sıra başarılı , zeki, uyanık olunabileceğini de anladık. kaka değildi problemli olmak...

lost izledik. dünyayı uçaktan düştüğümüz ada varsaydık. çevremizdeki insanların yaptıkları hareketlerin geçmişlerinde yaşadıkları olayların bir sonucu olacağını anladık. ne kadar iyi görünsek, yine de karanlık bir yüzümüz olduğunu anladık...

heroes izledik, hep hayalini kurduğumuz "doğaüstügüçler" e sahip olursak hayatın güllük gülistanlık olmayacağını anladık. birden bire gelişen yeteneklerimizin bizi özel kılmaktan çok, sorunları sırtımıza yükleyebileceğini anladık....

peki bu diziler ve çekilecek olanlar olmasa biz bunları bilmeyecek miyiz? bal gibi de farkındayız hayatın, çevremizde olup bitenlerin ama öyle bir zamanda yaşıyoruz ki bunları görmeye fırsat bulamıyoruz, gözümüzün önündekileri görmezden geliyoruz. dışarıdan bir uyarıcı tarafında dürtülmeye alışmışız. dürtülmediğimiz zaman koyun gibi yaşıyoruz.

meee leye mee leye dizi izliyoruz....

Cuma, Mart 02, 2007

Entel Kuntel Faaliyetler



Snow Cake izledik efendim bu gece. Filmin konusunu özetlemek gerekirse, otostop çeken bir kızı da yanına alan emmi, trafik kazası geçiriyor. kız vefat ediyor. adam da kızın annesine "özür dilemek" için ziyarette bulunuyor. lakin kızın anası otistikmiş. bir takım sebeplerden onun yanında kalıyor bir süre. bu süreç içinde meydana gelen olaylar. emmi nin başından geçenler, otistik ananın garip takıntıları vs vs derken film bitiyor. ne iyi ne kötü. idare eder bir filmdi. ben hoşlandım açıkçası. 2006 berlin film fest açılış filmiydi yanılmıyorsam. bi de altın ayı ya aday.


bir de hemen bitirmeyecem doya doya, sindire sindire okuyacam diyerekten aldığım Hakan Günday'ın son romanı Azil bitti. Açıkçası diğer romanları kadar beğenmedim bunu. beklentileri yüksek tutmanın getirdiği bir sonuç. Kinyas & Kayra, Piç, Zargana gibi güzel romanlardan sonra, Lynch senaryolarından arak duran, "noluyoz lan, kim kimi.." gibisinden sorularla roman bitti. yok ya anlamadığımdan değil. kötü olmasından bu yazdıklarım. gerçekten beklediğim gibi çıkmadı. ve bu kadar kitabında birbirine benzer olması artık batmaya başladı açıkçası.yani hayattan kopmuş, toplumsal beklentileri karşılamayan, aykırı karakterler üzerine kaç kitap yazılabilir diye iddiaya girdiyse bilemem. ama o güzel kaleminden daha farklı öyküler okumayı da ister bu gönül